22 Temmuz 2022 Cuma

SOLUNUM SİSTEMİ





SOLUNUM SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ
  • Vücuttaki hücrelerin ihtiyacı olan oksijenin (O2) dış ortamdan alınması için solunum sistemine gereksinim duyulur.
  • Bu sistemle aynı zamanda hücrelerin üretmiş olduğu metabolik atık olan karbondioksit (CO2) de dışarı atılır.
  • Solunum gazları adı verilen bu gazlar, dolaşım sistemi sayesinde taşınır.
  • Solunum, dış solunum ve iç solunum olmak üzere iki aşamalıdır.
1. Akciğerdeki alveoller ve bunları saran kılcal damarlarla solunum gazlarının difüzyonu dış solunum denir.
2. Doku kılcallarıyla doku hücreleri arasındaki gazların difüzyonuna ise iç solunum denir.




  • İnsanda solunum sistemi organları; burun, yutak, gırtlak, soluk borusu (trake) ve akciğerlerdir.
  • Soluk alıp vermede diyafram ve kaburga kasları etkilidir.
  • Burun, yutak, gırtlak ve soluk borusundan oluşan bölüme üst solunum yolu denir.
  • Bu yapılarla alınan hava aynı zamanda temizlenir, ısıtılır ve nemlendirilir.


Burun: 

  • Ağızla birlikte solunum sisteminin dış ortamla bağlantısını kuran organdır.
  • İç yüzeyindeki epitel dokuda bulunan kıllar ve mukus tabakası solunum yoluyla alınan havayı toz ve mikroplardan arındırır, nemlendirir ve ısıtır.(Bu nedenle burundan nefes almak daha sağlıklıdır.)
  • Burun koku alınmasında da görev alır.
  • Burun yollarının tahriş olması, hapşırma refleksine neden olur. 
  • Burun yollarındaki duyusal refleks, omurilik soğanına ulaştığında büyük miktarda hava, hızla burundan dışarı doğru itilir ve burundaki yabancı maddelerin dışarı atılması sağlanır.

Yutak: 
  • Sindirim sistemini ve solunum sistemini birbirinden ayıran bölüm. 
  • Ağız ve burun boşluklarının kesişme noktasındaki nefesle alınan havayı soluk borusuna; nefes verirken atılan havayı ise ağız ve burun boşluklarına ileten yapıdır. 
  • Östaki kanalının bir ucuyla bağlantılıdır.
  • Yutağın mikroplar, alerji, kuru hava, aşırı sıcak veya soğuk, asitli yiyeceklerin tüketimi ve sigara kullanımı gibi sebeplerle iltihaplanması sonucu faranjit (yutak iltihaplanması) hastalığı oluşabilir.
Gırtlak: 

  • Gırtlak, yutak ile soluk borusu arasında bulunan soluk yoludur. 
  • Alınan havanın solunum sistemi borucuklarına ilk girdiği yerdir. 
  • Gırtlak, kıkırdaktan yapılmıştır ve besinin yutulduğu an hariç her zaman açıktır. 
  • Gırtlak kapağı, yutkunma esnasında gırtlağı kapatarak besinlerin soluk borusuna kaçmasını önler.
  • Gırtlaktaki en büyük kıkırdak, âdemelması olarak adlandırılır ve üzerinde tiroit bezi bulunur. 
  • Ayrıca gırtlakta ses telleri vardır.
  • Gırtlağa laringoskop denilen gözlem aletiyle bakıldığında ses telleri görülebilir. 
  • Soluk alırken ses telleri havanın kolayca geçebilmesi için açıktır. 
  • Konuşmak için akciğerden geçen hava, ses tellerini titreştirir ve ses oluşur. 
  • Konuşma sadece solunum sistemiyle değil, sinir sistemi ile de kontrol edilir. 
  • Soğuk algınlığı, reflü ve alerji hastalıkları, sesin bilinçsiz kullanılması ve sigara kullanımı gibi nedenlerle ses telleri iltihaplanabilir. 
  • Gırtlağın iltihaplanması rahatsızlığı larenjit (gırtlak iltihabı) olarak isimlendirilir. 
  • Larenjit ses kısıklığı ve konuşma kaybına neden olabilir.


Soluk Borusu: 

  • Soluk borusu (trake), alınan havayı akciğerlere ileten, boyundan akciğere kadar ulaşan 14-15 cm uzunluğunda 2-3 cm genişliğinde solunum sistemi organıdır. 
  • Dış kısmı bağ doku, düz kas ve kıkırdaklar; iç kısmı aralarında mukus salgılayan goblet hücrelerinin de bulunduğu silli epitel dokudan oluşur. 
  • Soluk borusunda yer alan (C harfi şeklindeki) kıkırdak halkalar soluk borusunun sürekli açık kalmasını ve soluk alıp vermenin sürekliliğini sağlar.
  • Trakenin iç yüzeyini döşeyen silli epitel doku, burun boşluğunu geçebilen toz, polen ve yabancı madde parçacıklarını tutup bu parçacıkların akciğere ulaşmasını önler.
  • Epitel hücreler, akciğerlerin savunmasında yer alan çeşitli moleküller salgılar. 
  • Salgılar, antimikrobik etki göstererek hava iletim yollarını enfeksiyonlardan korur.
  • Epiteldeki özel hücreler ve salgı bezleri tarafından salgılanan protein ve polisakkaritlerce zengin olan bu salgı, siller üzerinde ince bir mukoza tabakası oluşturarak ortamın nemli kalmasını sağlar
  • Sillerin dışa doğru tek yönlü hareketi, tutulmuş yabancı maddeleri geriye doğru iterek mukusla birlikte (balgam) dışarı atılmasını sağlar.
  • Bronşlar ve trake, hafif temaslara oldukça duyarlıdır. Düşük miktarlardaki yabancı maddelerin trake ve bronşlara teması bile öksürük refleksini başlatabilir.
  • Soluk borusu iç kısmında bulunan sillerin yüzeyindeki partikülleri uzaklaştıracak yeterli hava akımı sağlanamadığında alveollerde bulunan akyuvarlar, yabancı maddeleri fagositozla yok eder. Ancak gelen partikül çok miktarda ise akyuvar savunması yetersiz kalır. Yangı (iltihaplanma) gelişebilir. Kömür madenlerinde çalışanlar, çok miktarda kömür tozu solumak zorunda kaldıklarından “silikozis” denilen akciğer hastalığı ortaya çıkabilir.




Akciğerler: 
  • Karın boşluğundan diyaframla ayrılan göğüs boşluğunun sağ ve solunda bulunur. 
  • Yapılarında bronş, bronşiyol ve gaz değişimini sağlayan alveoller denilen özelleşmiş birimler vardır.
  • Sağ ve sol akciğer olmak üzere iki bölümden oluşur. 
  • Sağ akciğer üç loblu, sol akciğer iki lobludur. 
  • Sağ akciğerin sol akciğere oranla %10 daha büyük olmasının sebebi kalbin göğüs kafesinin sol tarafına yerleşmiş olmasıdır.
  • Akciğerler süngerimsi bir yapıdadır.
  • Akciğerlerin üzerini örten ince parlak zar plevra (pleura, plöra) zarıdır ve her iki akciğeri kese şeklinde sarar.
  • Zar iki katmanlıdır. Üstteki katman göğüs boşluğunu, alttaki katman akciğerleri sarar. 
  • ki zar katmanı arasında seröz sıvı (plevra sıvısı) bulunur. Sürtünmeden doğacak zararları önleyerek akciğerlerin göğüs boşluğunda rahatça genişleyip daralmasını sağlar. 
  • İki zar katmanı arasında basınç düşüktür ve içine hava girmez. Bu durum soluk alma olayını kolaylaştırır.

BİLGİ:

Seröz: Bir dış salgı bezi çeşidi olan seröz bezlerden salgılanan protein yapısındaki akıcı sıvı salgıdır.

Pankreasın dış salgı (ekzokrin) bezi, kulak altı tükürük bezi seröz salgılayan bez tipine örnektir.


Bronşlar: 

  • Soluk borusunun birinci kaburga yakınlarında dallanarak ikiye ayrılır.
  • Her bronş, bir akciğere girerek alınan havayı akciğere iletir. 
  • Virüsler, bakteriler, alerji, hava kirliliği, sigara kullanımı gibi etkenlerden dolayı bronşlar iltihaplanabilir. Bu hastalığına bronşit (bronşların iltihaplanması) denir.

Bronşiyoller:

  • Bronşların akciğerler içinde daha ince dallara ayrılmasıyla oluşur.
  • Bronşiyollerde kıkırdak tam halka şeklinde değildir. 
  • Trake ve bronşların kıkırdak halka olmayan tüm bölgelerinde, bronşiyollerde düz kas tabakası vardır.

Alveol:

  • Bronşiyollerin dallanmasıyla oluşan ince borucukların açıldığı hava keselerine denir. 
  • Alveoller tek katlı yassı epitel dokudan oluşmuş, üzerleri kılcal damar ağı ile çevrili, gaz değişiminin gerçekleştiği akciğerin işlevsel birimleridir. 
  • Her iki akciğerde yaklaşık 300 milyon kadar alveol bulunur.
  • Alveollerde iki tip epitel hücresi bulunmaktadır: 
1. tip hücreleri, alveolleri örten başlıca yassı hücre grubudur. 
2. tip hücreler, daha kalın olan ve sürfaktan salgılayan hücrelerdir. 
  • Sürfaktan alveollerde yüzey gerilimini düşürerek alveollerin daha kolay şişmesini ve büzülmesini sağlar. Böylece soluk alıp verme kolaylaşır.

 

BİLGİ:

Sürfaktan: Alveol epitel hücrelerinden salgılanan dipalmitol- fosfadilkolin (DPPC), diğer lipitler ve proteinlerden oluşan bir karışımdır.

Bebeklerde sürfaktan eksikliğinde akciğerlerin birçok bölgesinde yüksek yüzey gerilimi nedeniyle alveoller yeteri oranda havayla dolamaz. Bu durum “Bebekte Solunum Zorluğu Sendromu (IRDS)” olarak tanımlanır.

Sürfaktanın;

Alveol duvarının onarılmasında önemli görevi vardır.

Sürfaktan yokluğunda yüzey geriliminin yüksek olması nedeniyle alveoller yeteri oranda genişleyemez.

Alveollerin gerilmesiyle akciğerde ödem oluşabilir.

Akciğerler, fetüste doğuma kadar kapalıdır.

Doğumdan hemen sonra ilk hava girişiyle genişleyen akciğerlerin soluk vermeyle alveollerin tekrar birbirine yapışıp kapanmasını, sürfaktan maddesi önler.

 

  • Alveoller gaz değişiminin gerçekleştiği yüzey alanını genişletir (yaklaşık 100 m2‘lik alan ve derinin yüzey alanının 50 katı kadar). 
  • Gaz değişiminin gerçekleştiği yüzeyler ince, nemli ortamlardır. 
  • Nemde çözünen oksijen hızla epiteli geçer. 
  • Kılcal damarların yapısının ince olması ve epitel hücrelerinin birbirlerine çok yakın yerleşmesiyle gaz değişimi kolayca gerçekleşir. 
  • Alveolü oluşturan epitel dokunun sürfaktan salgısı, kılcallardan alveollere su geçişini önleyerek solunumla fazla su kaybedilmesine engel olur. 
  • Salgı içindeki lipoprotein, alveollere esneklik kazandırarak soluk vermeyi kolaylaştırır.



 

BİLGİ:

  • Her bir alveol tek katlı yassı epitel dokudan oluşmuştur.
  • Alveollerin etrafı bir file gibi kılcal damar ağı ile sarılıdır.
  • Gaz değişimi, alveollerdeki hava ile onları çevreleyen kılcal damarlar arasında difüzyonla gerçekleşir.
  • Akciğerlerin etrafında plevra denilen çift katlı zar bulunur.
  • İç zar, akciğer dokusuna tamamen yapışıktır.
  • Dış zar ise göğüs kafesinin ve altta diyaframın üst yüzüne yapışmıştır.
  • İki zar arasındaki boşluğa plevra boşluğu denir ve içi lenf sıvısı ile doludur.
  • Bu sıvı, akciğerlerin nemli kalmasını ve soluk alıp verme sırasında rahat hareket etmesini sağlar.
  • Bronşların, kan damarlarının ve sinirlerin akciğerlere girdiği yerlerde plevra zarı bulunmaz.
  • Akciğerler, iç hava basıncı nedeniyle gergin konumdadır.
  • Göğüste bir yaralanma sonucu plevra boşluğuna hava girerse akciğerler söner.
  • Mikroorganizmaların kan yolu ile plevra boşluğuna girmesi sonucu plevra zarı iltihaplanabilir.

 


 Diyafram:

  • Göğüs boşluğu ile karın boşluğu arasında bulunan kubbe şekilli bir kastır. 
  • Akciğerleri alttan çevreler. 
  • Solunumun temel kasıdır ve vücudumuzda kalpten sonra en fazla çalışan kastır. 
  • Diyafram kasıldığı zaman kubbemsi şekli düzleşerek karın boşluğunu ve organlarını aşağı iter, Kaburgaları da yukarı iterek göğüs boşluğunu genişletir ve soluk alma gerçekleşir. 
  • Diyafram gevşeyince eski hâlini alır, kubbeleşir ve soluk verme gerçekleşir.


Kaburga kasları: 

  • Soluk alma sırasında kasılarak kaburgaları yukarı kaldırır, göğüs boşluğunun hacmini artırır ve soluk almaya yardımcı olur. 
  • Soluk verme sırasında gevşeyerek kaburgaları aşağı doğru çeker, göğüs boşluğunun hacmini daraltır ve soluk vermeyi kolaylaştırır.



 

BİLGİ:

Diyafram:

Diyafram omurgalı canlılardan kuş ve memelilerde bulunur.

Sadece memelilerde kas yapısındadır.

Bu kas çizgili kastır.

Soluk alma sırasında göğüs boşluğu hacmindeki değişikliklerinin %75’inden sorumludur.

Göğüs kafesinin alt ucuna yapışan bu kas, karaciğer üzerinde yay oluşturur ve kasıldığında bir piston gibi aşağıya hareket eder.

Hareket uzaklığı 1,5 cm ile 7 cm arasında değişir.

 








BİLGİ:

Bir endoderm (sıcak kanlı), hayvan aynı boyuttaki bir ektoterm (soğuk kanlı) hayvandan daha geniş bir solunum yüzeyine sahiptir.

Hayvanlardaki solunum yüzeyinin ortak özellikleri:

1. Gaz alışverişi difüzyon ile gerçekleşir.

2. Tek katlı yassı epitelden oluşan ince bir tabakadır.

3. Gaz difüzyonunu sağlamak için nemlidir.

4. Geniş bir yüzeye sahiptir.

BİLGİ:

Gaz alışverişi daima difüzyon ile gerçekleştiği için hiçbir zaman ATP harcanmaz.

Memelilerin diğer hayvanlardan farklı olarak sahip olduğu solunum sistemi adaptasyonları:

Akciğerlerinde hava kesecikleri (alveoller) bulunur.

Göğüs ve karın boşluğu arasında çizgili kas yapısında diyafram bulunur.

Olgun alyuvarları çekirdeksizdir.

Solunum sisteminin görevleri;

Dışarıdan alınan havayı akciğerlere taşımak,

Hava ile kan arasındaki gaz alışverişini sağlamak,

Solunum yüzeyini çevresel faktörlerden, sıcaklık değişimlerinden ve hastalık yapıcı mikroplardan korumak,

Burun yoluyla kokunun alınmasını sağlamaktır.

 

 

 SOLUK ALIP VERME MEKANİZMASI

  • Soluk alıp vermede kaburga kasları ve diyafram etkilidir. 
  • Diyafram; göğüs boşluğu ve karın boşluğunu birbirinden ayıran kaslı yapıdır. 
  • Soluk alıp verme işlemi, göğüs boşluğu hacminin genişlemesi ve daralması sonucu oluşan basınç değişiminden kaynaklanır.

Soluk Alma (İnspirasyon):

  • Kaburga kasları kasılarak göğüs boşluğunu öne doğru genişletir. 
  • Aynı zamanda diyafram kasılarak düzleşir ve göğüs boşluğu genişler. 
  • Akciğerlerin hacmi artar ve iç basınç azalır.
  • Hava, atmosfer basıncı akciğer basıncından daha büyük duruma geldiği için burun ve ağızdan girerek alveollere ulaşır. 
  • Bu olay, kasların kasılmasıyla gerçekleştiğinden enerji harcanır.
  • İnsanda soluk alma sırasında negatif basınç oluşur ve soluk almayı kolaylaştırır. Negatif basıncın oluşmasını sağlayan etkenler; akciğer iç basıncının dış basınçtan düşük olması, plevranın akciğeri göğüs boşluğunda tutması, plevra içindeki sıvının varlığı ve plevra sıvı basıncının düşük olmasıdır.

Soluk Verme (Ekspirasyon):

  •  Kaburga kasları ve diyafram kası gevşer.
  • Diyafram kubbeleşir. 
  • Böylece göğüs boşluğunun hacmi daralır.
  • Hava, göğüs boşluğundaki iç basınç dış basınçtan daha yüksek duruma geldiği için akciğerlerden dışa doğru hareket eder. 
  • Akciğer yapısındaki elastik liflerden ve plevra sıvısının yüzey geriliminden dolayı genişlemiş akciğer eski hâline dönmek ister. Buna geri yaylanma basıncı denir. 
  • Akciğerlerin geri yaylanma basıncı da soluk vermeyi kolaylaştırır. 
  • Soluk verme pasif bir hareket olduğundan vücutta soluk alma kadar enerji harcanmaz, kaslar gevşerken de enerji harcanır.
  • Özellikle boyun, sırt, göğüs ve karın kasları gibi kaslar da egzersiz sırasında solunuma yardımcı olur. Yetişkin bir birey dakikada 12-18 kez soluk alıp verir. 
  • Bu sayı aktiviteye bağlı olarak enerji ve oksijen ihtiyacının artması gibi durumlarda artar.



 

Soluk Alıp Verme Sırasında Gerçekleşen Olaylar

 Soluk Alma

 Soluk Verme

 Diyafram kası kasılır

Diyafram kası gevşer.

 Diyafram düzleşir, kısalır.

Diyafram kubbeleşir, uzar.

 Kaburgalar arası kaslar kasılır ve yukarı doğru yükselir.

Kaburgalar arası kaslar gevşer ve kaburgalar aşağı doğru iner.

Göğüs boşluğu genişler, hacmi artar ve basınç azalır.

Göğüs boşluğu daralır, hacmi azalır ve basınç artar.

 Akciğerin hacmi artar.

Akciğerin hacmi azalır.

 Akciğerin iç basıncı azalır.

Akciğerin iç basıncı artar.

Karın boşluğu daralır, hacmi azalır ve iç basıncı artar.

 Karın boşluğu genişler, hacmi artar ve iç basıncı azalır.

Dışardaki hava akciğere dolar.

 Akciğerdeki hava dışarı atılır.

O2 alveolleri saran kılcal damarlardaki kana, kanda bulunan CO2 ise alveollere difüzyonla geçer.

Alveollere geçen COdış ortama verilir.

Soluk borusunun nemi azalır, ancak soluk borusu içindeki havanın nemi artar.

Soluk borusunun nemi artar, ancak soluk borusu içindeki havanın nemi azalır.

 


BİLGİ:

Soluk verme sadece göğüs boşluğunun hacminin azalmasına bağlı gerçekleşmez.
Aynı zamanda akciğerlerin geri yaylanma basıncının da etkisi vardır.
Bu basınç, akciğerlerin yapısındaki elastik lifler etkisiyle ve pleura boşluğundaki sıvının oluşturduğu yüzey gerilimiyle sağlanır.
Bu nedenle soluk alma enerji gerektiren aktif bir olay olduğu hâlde soluk verme enerji gerektirmeyen pasif bir olaydır.

 

BİLGİ:

Yetişkin bir insan bir dakikada yaklaşık 12-18 kez soluk alıp verir.
Enerji ihtiyacının fazla olduğu egzersiz gibi durumlarda bu sayı artar.
Çocuklarda soluk alıp verme yetişkinlere oranla daha hızlıdır.

 

BİLGİ:

Solunum hızı, kandaki karbondioksit miktarına göre düzenlenir.
Kandaki CO2 artarsa, solunum hızı da artar.
Kan pH'ı düşerse, solunum hızı artar.
Atmosfer O2’si düşerse, solunum hızı artar.
(Kndaki oksijen miktarı değişimi, solunum hızını yok denecek kadar az etkiler.)
Bu durum omurilik soğanındaki solunum merkezinin uyarılmasına neden olur.
Omurilik soğanı önce kalp atışlarının daha sonra da nefes alışverişinin hızlanmasını sağlar.
Kanda bulunan CO2 hızla dışarı verilir ve kanın pH’ı normale döner

 

BİLGİ:

Soluk verme sadece göğüs boşluğunun hacminin azalmasına bağlı gerçekleşmez. Aynı zamanda akciğerlerin geri yaylanma basıncının da etkisi vardır. Bu basınç, akciğerlerin yapısındaki elastik lifler etkisiyle ve pleura boşluğundaki sıvının oluşturduğu yüzey gerilimiyle sağlanır.

Bu nedenle soluk alma enerji gerektiren aktif bir olay olduğu hâlde soluk verme enerji gerektirmeyen pasif bir olaydır.

  




SOLUK ALIP VERMENİN KONTROLÜ

  • Omurilik soğanı ve ponsta bulunan çeşitli nöron grupları solunum merkezini oluşturur.
  • Solunum merkezi, soluk alıp verme hızını ve kandaki oksijenle karbondioksit miktarının sabit tutulmasını düzenler.
  • Her ne kadar kısa bir süre için soluk alıp verme mekanizması istemli bir şekilde yürütülmeye çalışılsa da solunum merkezi bu işleri istemsiz yapmaktan sorumludur.
  • Solunum merkezini asıl uyaran kandaki CO2 miktarıdır.
  • Kanda, beyin-omurilik sıvısında (BOS) ve doku sıvısında CO2 seviyesinin artması sonucu suyla birleşen CO2 karbonik asit oluşturur. 
  • Karbonik asit, bikarbonat iyonlarına (HCO3) ve hidrojen iyonuna (H+) ayrışır. 
  • Dolayısıyla pH düşer. pH değişiklikleri kan damarlarındaki ve solunum merkezindeki kemoreseptörler sayesinde algılanır. 
  • Solunum merkezinden çıkan sinyaller, diyafram kasına ve kaburga kaslarına iletilerek akciğerlerin soluk alıp verme hızını ve derinliğini düzenler. 
  • Hücresel solunum sonucu CO2’in kandaki seviyesi düşüp pH normale döndüğünde solunum merkezinden gelen sinyallerle solunum normale döner. 
  • Böylece homeostasi sağlanmış olur.
  • Kandaki O2 seviyesinin solunum merkezinin uyarılması üzerinde pek bir etkisi yoktur. 
  • Eğer kandaki O2 seviyesi aşırı derecede düşecek olursa aorttaki ve boyun atardamarlarındaki kemoreseptörler, solunum merkezini uyararak solunumu hızlandırır.






BİLGİ:
Solunumun kontrolü sinirsel ve kimyasal yollarla sağlanır. 
Sinirsel kontrol, beyindeki solunum merkezleri tarafından yapılır.
1.Soluk alma merkezinden gelen impulslar diyafram ve kaburgalar arası kasların kasılmasını sağlar ve soluk alınır.
2.Diğer impuls pnömotaksik merkeze ve oradan da 
3.Soluk verme merkezine gider.
4.Aynı zamanda soluk alma ile akciğerlerde meydana gelen gerginliği algılayan reseptörlerden de vagus siniri ile soluk verme merkezine bir diğer impuls ulaşır.
5. 3 ve 4 numaralı impulsların soluk verme merkezine ulaşması,bu merkezden soluk alma merkezini inhibe edici bir diğer impulsun  gönderilmesine yol açar.
Soluk alma merkezinin durması ile 1 numaralı impuls kesilir ve soluk verilir.
Bu sırada 2 numaralı impulsun başlatmış olduğu olaylar ve 4 numaralı impuls da kesileceği için sonuçta inhibe edici 5 numaralı impulsun da kesilmesi görülür.
Böylece, soluk alma merkezinin tekrar faaliyete geçmesine ve yukarıda sayılan olayların tekrarlanmasına sebep olur ve de soluk alıp verme olayları ard arda meydana gelir.

NOT:
Soluk alışveriş hızı kandaki CO2 miktarı ile ayarlanır. Kandaki CO2 artması asitliğin artmasına neden olur, kanın pH ı düşer. Asitliği artan kan omurilik soğanını uyarır. Otonom sinirler diyafram ve kaburga kaslarını uyararak kasılmalarını sağlar. Soluk alışveriş hızı artar. Hızla CO2 atılıp, O2 alınır. Kanın asitliği azalıp, pH normale döner. Homeostasi sağlanır.



 

BİLGİ:
Solunum kısa süre için istemli olarak kontrol edilebilir.
Birey, soluk alışverişini istemli olarak değiştirdiğinde, istemsiz kontrol merkezi devreye girerek soluk alışverişini metabolizmanın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenler.
Solunumun düzenlenmesinde sinir sistemi ve dolaşım sistemi birlikte çalışır.
Solunum merkezi, omurilik soğanı ve ponsta bulunan çeşitli nöron gruplarından oluşmuştur.
Omurilik soğanı, solunumu düzenlerken çevresinde bulunan beyin omurilik sıvısının (BOS) pH’sini dikkate alır.
 Kanda bulunan CO2, BOS’a geçerek burada su ile tepkimeye girip karbonik asidi (H2CO3) oluşturur. Karbonik asit, bikarbonat (HCO3) ve hidrojen (H+) iyonuna ayrışır.
Oluşan H+ iyonları kanın pH’sinin değişmesine sebep olarak omurilik soğanını uyarır. 
Bu pH değerindeki düşüşten, kanda CO2 düzeyinin arttığı anlaşılır.
Uyarılan omurilik soğanından, kaburga kasları ve diyaframa sinirsel uyarılar gönderilir.
Bu şekilde, soluk alıp vermenin hızı ve derinliği artırılır. CO2‘in fazlası, solunumla uzaklaştırılarak kan pH’sinin normale dön­mesi sağlanmış olur.
Kanda bulunan oksijenin solunum kontrol merkezlerini uyarma etkisi çok azdır.
Beyin ödemi, anestezi, uyku apnesi gibi durumlar solunumu etkileyen diğer faktörler arasında yer alır.
Uyku apnesi: “Apne” solunum yokluğu anlamına gelir. Uyku apneleri, üst solunum yollarında özellikle yutağın tıkanmasıyla veya merkezî sinir sisteminin solunumsal işlevinin bozulmasıyla meydana gelen hastalıktır. Uyku apnesi hastalığı görülen kişilerde horlama ve gürültü 3-4 kat artar. Yetersiz solunuma yol açan bu hastalık uyku kalitesini de düşürdüğünden gün içinde dikkat eksikliği, uyuklama gibi belirtilere neden olur. Araç kullanan uyku apnesi hastasının trafik kazası ve iş kazası geçirme riski de artar.

 

OKSİJENİN TAŞINMASI

  • Oksijen ve karbondioksit gerek dış solunum gerekse iç solunumda kısmi basınç farklılıklarından difüzyona uğrar. 
  • Atmosferden solunan havada oksijenin kısmi basıncı, alveol kılcallarındaki oksijenin kısmi basıncına göre daha yüksektir.
  • Alveol boşluğundan kılcallara difüzyonla geçen oksijenin suda çözünürlüğü düşüktür. 
  • Kana geçen oksijenin büyük bir kısmı (%97’si) alyuvarlardaki solunum pigmenti olan hemoglobinle (Hb) dokulara kadar taşınır. 
  • Hemoglobin proteini demir atomu içerir. 
  • Hemoglobindeki demir atomunu içeren hem grubu oksijen taşır.
  • Oksijen bağlanmış hemoglobine oksihemoglobin denir. 
  • Alınan oksijenin %3’ü kan plazmasında çözünmüş halde taşınır.
  • Alveol kılcallarında    Hb + O2  ---> HbO2 (Oksihemoglobin)
  • Doku kılcallarında    HbO2  --->   Hb + O2
  • O2’nin hemoglobinle birleşmesi ve ayrılması enzimatik bir tepkime değildir.



  • Dokulara gelen kandaki oksijenin yoğunluğu, doku sıvısına oranla daha yüksektir. 
  • Oksijen difüzyonla hemoglobin molekülünden plazmaya, plazmadan da doku sıvısına ve hücrelere geçer. 
  • Doku kılcallarında, hücrelerin oksijenli solunumu sonucu CO2 miktarı artar. 
  • Karbondioksitten karbonik asit oluşur. 
  • Karbonik asit, bikarbonat iyonlarına (HCO3) ve hidrojen iyonlarına (H+) ayrışır. 
  • Ortamdaki hidrojen iyonlarının yoğunluğu pH’ı düşürür ve asitlik artar. 
  • Hidrojen iyonlarının artışı hemoglobinin oksijeni bırakma eğilimini artırır. Buna Bohr etkisi denir. 
  • Bohr etkisi sayesinde dokular oksijen bakımından zenginleşir.
  • Bir alyuvarda yaklaşık 250 milyon hemoglobin bulunur.
  • Alyuvarların yapısında bulunan protein yapılı hemoglobin molekülü, merkezinde bir demir atomu taşıyan hem adlı kofaktöre sahip dört alt birimden ve globülin proteininden oluşmuştur. Hem grubu kana kırmızı rengini verir. Her demir atomu bir molekül oksijen bağlar. Bu sayede bir hemoglobin molekülü, dört molekül O2 taşır. Dolayısıyla bir alyuvar yaklaşık 1 milyar O2 taşıyabilir. Hemoglobin molekülü, oksijeni tersinir olarak bağladığından akciğerlerden aldığı oksijeni vücudun diğer noktalarında bırakabilir.


 

BİLGİ:

Bohr Etkisi:
  • Hemoglobinin oksijenle birleşme hızı, ortamın sıcaklığı, oksijenin kısmi basıncı ve kan pH değerine bağlı olarak değişir.
  • Kanda CO2‘in kısmi basıncının artması kan pH değerini düşürür.
  • Bu durum hemoglobinin bağlı olduğu O2 moleküllerinin bırakılmasına yol açar.
  • Düşük pH, hemoglobinin oksijene ilgisini azalttığı için bu etkiye “Bohr etkisi” denir.





BİLGİ:

Yumuşakçalarda, hemosiyanin adlı taşıyıcı pigment bulunur. Hemosiyanin demir yerine bakır bulundurur. Kana mavi renk verir. Hemosiyanin, hücre içinde değil plazmada yer alır.

Bazı halkalı solucan türlerinde hemoeritrin, bazı halkalı solucan türlerinde ise klorokrorin adlı pigmentler bulunur.

Her iki pigmentinde yapısında demir vardır. Hemoeritrin kana kırmızı renk, klorokrorin yeşil renk verir.

Hemoeritrin kan hücresi içinde, klorokrorin plazmada bulunur.

Bazı omurgasızlarda ise hemoglobin vardır. Omurgasız hemoglobini kan plazmasında yer alır



BİLGİ:

  • Taşıyıcı pigmentler kanın O2 taşıma kapasitesini arttırır.
  • Kanın sıvı kısmında çok az O2 çözünebilir.
  • Hücrelerin gereksinim duyduğu O2ʼyi sağlayabilmek için kan, normal olarak dakikada 5 litrelik hızla akar. O2 yalnızca plazmada taşınsaydı hücrelerin gereksinim duyduğu O2ʼyi sağlayabilmek için kanın 75 kat daha hızlı akması gerekirdi. Taşıyıcı pigmentlerin en önemli özelliği O2 ile tersinir tepkimeye girmeleridir. Yani oksijenle kolayca birleşip, kolayca ayrılmalarıdır.
  • Eğer kanda oksijen taşıyıcı özel pigmentler olmasaydı oksijen yalnızca plazmada taşınsaydı çok fazla kanın vücutta dolaşması gerekirdi.
  • Solunum pigmentleri hücre içinde bulunursa kanın oksijen taşıma kapasitesi, plazmada bulunursa oksijen depolama kapasitesi yüksektir.

 

BİLGİ:

Kanın gaztaşıma kapasitesini artıran faktörler;

Solunum pigmentlerinin alyuvar içinde bulunması

Memelilerin olgun alyuvarların çekirdeksiz olması

BİLGİ:

Solunum pigmentleri O2 ve CO2 taşıyan ve kana renk veren maddelerdir.

Bütün omurgalıların solunum pigmenti hemoglobin olup alyuvarların içinde bulunur.

Solunum pigmenti alyuvarlarda bulunursa O2 taşıma kapasitesi, plazmada bulunursa O2 depolama kapasitesi fazladır.

Solunum pigmentlerinin ortak özellikleri:

  • Protein yapılıdırlar.
  • Kana renk verirler.
  • O2 ve CO2 ile kolayca birleşip ayrılırlar.
  • Solunum gazları ile tersinir (çift yönlü) tepkime yaparlar.
  • Kanın oksijen taşıma kapasitesini arttırır
  • Oksijenle birleştikleri bölgede demir, bakır gibi metal iyonları bulunur.

 

BİLGİ:

Yükseklere çıkıldıkça atmosfer basıncı düşer. Deniz seviyesinde 760 mmHg olan atmosfer basıncı, 3000 m’de 523 mmHg’ya, 15000 m’de 87 mmHg’ya kadar düşer. Atmosfer basıncının düşmesiyle orantılı olarak oksijen kısmi basıncı (PO2) da azalır. Havada hâlâ %21 O2 olduğundan solunan PO2, deniz seviyesinde 159 mmHg (0,21×760) iken 15000 m yükseklikte sadece 18 mmHg   olur.

Hızla yüksek irtifaya çıkan kişilerde akut dağ hastalığı görülebilir. Baş ağrısı, hâlsizlik, bulantı,kusma şeklinde belirti verir. Bu kişilere oksijen verilmez veya bu kişiler daha düşük irtifaya taşınmazlarsa ölebilirler. Aynı zamanda bu gibi durumlarda beyin ödemi veya akciğer ödemi görülebilir.

Yükseklere çıkan kişilerde böbreklerden salınan eritropoietin hormonu etkisiyle alyuvar sayısı arttırılır. Böylece hücrelere daha çok oksijen taşınması sağlanarak bu duruma adaptasyon gerçekleştirilir.

Akut dağ hastalığı: Günümüzde birçok yerli, And Dağları ve Himalayalarda 3500 m irtifada yaşamaktadır. Peru’da bulunan And Dağlarında bir grup 5100 m’de yaşayıp 5700 m yükseklikteki maden ocaklarında ç­lışmaktadır. Bu yerlilerin orada doğup büyümeleri, bulunduğu yüksekliğe uyum göstermelerini sağlamıştır. Bu kişilerin göğüs çapları genişler, geri kalan vücut kısımları daha küçük kalır. Kalpleri alçak irtifada yaşayanlara göre daha geniştir. Bu bölgelerde yaşayan insanlar yüksek irtifaya adapte olduklarından akut dağ hastalığına yakalanmazlar.







KARBONDİOKSİTİN (CO2) TAŞINMASI:

  • Hücrelerin metabolizması sonucu açığa çıkan CO2’in
  • %7’si plazmada çözünmüş hâlde, %23’ü hemoglobine bağlı şekilde (HbCO2) (karbominohemoglobin),geri kalan %70’i bikarbonat iyonları şeklinde taşınır.
  • Hücrelerde oluşan karbondioksit difüzyonla doku kılcallarına geçerek akciğelere taşınır.
  • Karbondioksitin suda çözünürlüğü oksijenden daha fazladır. 
  • Bu nedenle kan plazmasındaki çözünmüş karbondioksit çözünmüş oksijenden fazladır. 
  • Kana giren CO2ʼnın %7 kadarı kan plazmasında çözünmüş olarak akciğerlere taşınır.
  • Kana giren CO2ʼnin %23 kadarı alyuvarda hemoglobine bağlanır ve karbominohemoglobin (HbCO2) olarak akciğerlere taşınır.
  • Hb + CO2 ---> HbCO2
  • Kana giren karbondioksitin %70 kadarı kan plazmasında bikarbonat iyonu şeklinde akciğerlere taşınır;
  • Hücrelerde oluşan CO2 difüzyonla kılcal damara ve kan plazmasından da alyuvarlara girer.
  • CO2, alyuvarlardaki karbonik anhidraz enzimi sayesinde H2O ile birleşip karbonik asit (H2CO3) oluşur.        
      CO2 + H2O + Karbonik anhidraz ---->  H2CO3 + Karbonik anhidraz
  • Karbonik asit (H2CO3), kararsız bir bileşik olduğu için hemen hidrojen ve bikarbonat iyonlarına (HCO3 ) ayrılır.
     H2CO3  ----> H+ + HCO3
  • Hidrojen iyonları (H+), alyuvarlarda hemoglobine bağlanır.
  • Hb + H+ --->  HbH+
  • Bikarbonat iyonları (HCO3 -) alyuvarlardan çıkarak kan plazmasına geçer ve akciğerlere taşınır.
  • Akciğer kılcallarına ulaşan alyuvarlardaki karbominohemoglobin, karbondioksit ve hemoglobin haline gelir. Karbondioksit alveol havasına geçer.
      HbCO2 --->  Hb + CO2
  • Akciğer kılcallarına ulaşan kan plazmasındaki bikarbonat iyonları, tekrar alyuvarlara girer ve hidrojen iyonu ile birleşip karbonik asit oluşturur. Karbonik asit, karbonik anhidraz enzimi ile karbondioksit ve suya parçalanır.
    HCO3 + H+ -- > H2CO3  --->  CO2 + H2O (Karbonik anhidraz) 
  • Karbondioksit alyuvardan çıkıp difüzyonla alveol havasına girer. Soluk verme ile dışarı atılır.


































 

BİLGİ:
Karbonmonoksit (CO) Zehirlenmesi:
Karbonmonoksit (CO) gazı; doğalgaz, gaz yağı, benzin, tüp gazı, kömür ve odun gibi yapısında “karbon” bulunan yakıtların yanması veya tam olarak yanmaması sonucu açığa çıkar.
Hemoglobine oksijenden 200 kat daha hızlı bağlanır.
Bağlanma reaksiyonu geri dönüşümsüzdür. Bu yüzden CO hemoglobine bağlandıkça vücutta oksijen azalır, zehirlenme meydana gelir.
Tatsız, renksiz, kokusuz olduğu için farkedilmez..
Gaz zehirlenmelerinde kişi derhal açık havaya çıkarılmalıdır. Çünkü yüksek oksijen Hemoglobinin CO’ ten ayrılıp, O2’ye bağlanmasını sağlar.
Vurgun:
Vücut sıvısındaki erimiş gazların özellikler azotun, dış ortam basıncının hızla azalması sonucu gaz haline gelerek kılcalları tıkaması olayına denir. Felç ya da ölümle sonuçlanabilir.
Not: CO2 ve O2 kabarcıkları kısmen dokular tarafından alınabilir ya da hemoglobin ile bağ yapabilir, Nbağ yapamaz. Onun için vurguna neden olan daha çok N2gazlarıdır.
Vurgun, daha çok denizlere dalan kişilerde görülen bir durumdur. Örneğin, dalgıcın sırtındaki tüpten soluduğu azot gazı, basıncın etkisiyle sıvılaşır. Dalgıç su üzerine çıkması gereken süreyi kısa tutarak aniden su yüzeyine dönerse dalgıcın hücre içi ya da hücre dışı vücut sıvılarında çok miktarda azot kabarcıkları oluşur.
Bu gaz kabarcıklarının, kan damarlarını tıkamasıyla bacak ve kolların eklem yerlerinde ağrı, baş dönmesi, felç gibi belirtiler görülür. Vurguna yakalanan kişilerin %2’lik bir kısmında kabarcıkların akciğer kılcallarını tıkamasıyla boğulma denilen ciddi nefes darlıkları görülebilir. Dalgıç, yüzeye yavaşça çıkarsa erimiş azot, vurgun oluşmasını önlemeye yetecek hızla akciğerlerden soluk verme ile atılır.

 

 


SOLUNUM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI

  • Solunum sistemindeki rahatsızlıklar genellikle solunum yollarındaki daralma, tıkanma, bozulma ya da enfeksiyon gibi nedenlerle ortaya çıkar.
  • Zaman zaman acı verici olabilen solunum sistemi rahatsızlıkları, insanın yaşam kalitesini düşürdüğü gibi başka hastalıkları da tetikleyebilir. KOAH ve astım solunum sistemi rahatsızlıklarındandır.

KOAH
  • KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) 
  • Bronşlarda uzun süre devam eden tıkanıklık sebebiyle oluşan bir rahatsızlıktır. 
  • Bu rahatsızlığın en önemli nedeni tütün ve tütün mamulleri kullanımıdır. 
  • Bu mamüllerin dumanından etkilenen kişilerde de bu hastalık görülebilir. 
  • Bununla birlikte hava kirliliği, genetik özellik, yaş, cinsiyet, iş ortamında kullanılan kimyasallara ve toza maruz kalma önemli risk faktörleri arasındadır. 
  • Uzun süre duman ya da başka maddelerin solunması, bronş ve bronşçuklarda kronik enfeksiyonlar oluşmasına neden olur. Bu enfeksiyonlar, solunum yollarındaki koruyucu mekanizmayı bozar.
  • Zamanla öksürük, balgam çıkarma, nefes darlığı ve çabuk yorulma gibi belirtiler ortaya çıkar.
  • KOAH hastalarında kalp yetmezliği ve kalpte düzensiz çalışma durumu da görülebilir. 
  • Uzun süreli ataklar akciğer kanseri oluşumuna neden olur.
Astım
  • Bronşçuklarda mukus salgısının çok fazla artması ve düz kasların kontrolsüz kasılması (spazm) sonucu oluşan bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık, solunum yollarında kronik daralmaya neden olur.
  • Polenler, mantar sporları, kirli ve tozlu hava, bazı besinler ve çeşitli ilaçlar astıma neden olabilir.
  • Genetik yatkınlık da astım rahatsızlığının oluşmasında etkilidir. 
  • Astımlı bireylerde hışıltılı nefes, göğüste sıkışma ve öksürük nöbetleri görülür.



Zatürre (Akciğer İltihabı)
  • Zatürre, akciğer alveollerinin enfeksiyonu sonucu akciğerlerde sıvı ve kan toplanmasıdır.
  • En yaygın tipi pnömokok bakterilerinin neden olduğu enfeksiyondur. 
  • Yaşlılık, tütün mamullerinin kullanımı, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar ve hastalıklar bu bakterilerin gelişme riskini artırır. 
  • Zatürrede ateş, öksürük, üşüme, titreme, soluk alıp vermede güçlük, göğüs bölgesinde ağrı gibi belirtiler görülür.
  • Tedavinin doktor kontrolünde zaman kaybedilmeden yapılması önemlidir.



Verem (Tüberküloz)
  • Tüberküloz bakterilerinin akciğerlerde oluşturduğu bir rahatsızlıktır. Akciğerlerde bu bakterilerin bulunduğu bölge makrofajlar tarafından sarılır. 
  • Fibröz doku oluşumuyla bölgede çıkıntılar (tüberkül) oluşur.
  • Akciğerlerdeki bağ dokunun elastik yapısı bozulur ve solunum yüzeyi kalınlaşarak gazların difüzyon kapasitesi düşer. 
  • Genellikle iyi beslenemeyen kişilerde, kalabalık, havasız ve güneş görmeyen ortamlarda yaşayanlarda sık görülür. 
  • Tüberküloz bakterileri öksürük ve hapşırıkla havada asılı kalarak sağlıklı bireylere kolayca bulaşabilir.
  •  Evlerin temiz ve güneş görür olması, havalandırılması, hasta bireylerden korunma bu rahatsızlığın yayılmasını önler.


Gırtlak Kanseri

  • Gırtlağa yerleşmiş kanserleşmiş hücrelerin oluşturduğu tümörle gırtlak kanseri rahatsızlığı ortaya çıkar.
  • Genellikle ses tellerine yakın bölgede oluştuğu için ses kısıklığı, yutkunma sırasında zorlanma ve ağrı, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkar. 
  • Gırtlak kanseri olan hastaların yüzde 95'i sigara içen kişilerdir. 
  • Tümörün boyutuna, evresine, metastaz durumuna, kişinin yaşına ve genel sağlık durumuna göre tedavisi yapılır. 
  • Cerrahi yöntem yanında radyoterapi veya kemoterapi kullanılır.


Akciğer Kanseri

  • Daha çok ilerleyen yaşlarda ortaya çıkan ve en önemli risk faktörü tütün mamulleri tüketimi olan bir rahatsızlıktır.
  • Akciğer kanserinin tütün mamulleri kullananlarda görülme sıklığı, kullanmayanlara göre 20 kat daha fazladır. 
  • Bu rahatsızlığın belirtileri nefes darlığı, göğüs ağrısı, ses kısıklığı, kanlı balgam çıkartan öksürük, iştah ve kilo kaybıdır. 
  • Kanserojen sanayi maddeleri ve yüksek dozda radyasyon da akciğer kanserine yol açar. 
  • Vücuttaki diğer organlarda gelişen kanserin metastazıyla da bu rahatsızlık gelişebilir. 
  • Akciğer rahatsızlığının tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi de uygulanır. İyi huylu tümörler ameliyatla yok edilebilir.


 

BİLGİ:

Akciğer Kanserinde Erken Tanı Önemlidir!
Akciğer kanseri kanser tarama programları içinde değerlendirilemeyen bir tür olduğundan erken dönemde yani akciğer içinden lenflere veya başka organlara yayılmadan önce ender olarak başlangıç evresinde tespit edilebilir. Erken dönemde hastalığın yakalanma ihtimali %15 civarındadır. Lenf düğümlerine sıçramamış vakalarda 5 yıllık sağ kalım oranı %50’dir. Ancak genellikle bu hasta gruplarında kanser teşhisi konulduğunda hastalık akciğer dışında yakın organlara da yayılmış durumda olduğu için bu oran %15’in altına inmektedir. Akciğer kanserinde erken tanı, rutin yapılan testlerde ya da bir başka sağlık sorunu için yapılan tetkiklerde ortaya çıkmaktadır.

  • Solunum sistemi, solunum gazlarının vücuda alınmasını sağladığı için vücuttaki diğer sistemlerin sağlıklı yapısının korunmasında da etkilidir.
  • Tütün ve tütün mamullerinin dumanı, tozlu ve kirli hava solunum sisteminin zarar görmesine yol açar.
  • Zehir etkisi yapan (toksik) maddeler, alerjik ve kanserojen etkiye sahip tozlar, astım ve akciğer kanseri gibi solunum sistemi rahatsızlıklarına neden olur. 
  • Madencilik, kaynakçılık, boyacılık, plastik, tekstil ve deri işçiliği, hayvan yetiştiriciliği ve tahıl çiftçiliği gibi meslek alanlarında çalışanlarda toza bağlı akciğer rahatsızlıkları görülme olasılığı yüksektir. Bu tür meslekle uğraşan kişiler, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınan tedbir ve kurallara uymalıdırlar. Çalışma ortamlarını sık sık havalandırarak tozdan arındırmalıdırlar.
  • Çeşitli enfeksiyonlar nedeniyle solunum yolunda yabancı madde ve salgı birikir. Bu durum solunum sisteminin sağlıklı yapısını olumsuz etkileyerek solunum yolunda hastalık oluşumuna neden olabilir. 
  • Oluşabilecek hastalıklara karşı korunmak için aşıların zamanında yapılması önemlidir.
  • Enfeksiyonun ortaya çıkması durumunda gerekli tedavi zaman geçirilmeden uygulanmalıdır.
  • Solunum sisteminin sağlıklı yapısını korumak için yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edilmeli, bağışıklık sisteminin güçlenmesi sağlanmalıdır. 
  • Solunan havanın temiz ve uygun nem oranına sahip olmasına dikkat edilmelidir. 
  • Zararlı alışkanlıklardan uzak durulmalı ve açık havada spor yapılmalıdır.


Farenjit (Yutak İltihabı)

  • Enfeksiyon veya kimyasallara bağlı olarak yutağın tahriş olmasıdır. Bakteri kaynaklı farenjitte gerekli önlem alınmazsa iltihaplanma gırtlağa, sinüslere ve kulaklara yayılabilir. Sonuçta yutmada zorluk, burun akıntısı, ağır öksürük ve yüksek ateş şeklinde belirtiler ortaya çıkabilir.

Larenjit (Gırtlak İltihabı)
  • Çocuklarda nefes darlığına neden olabilir. 
  • Yetişkinlerde kronikleşen larenjit, gırtlak kanserine dönüşebilir. 
  • En belirgin özelliği seste oluşan değişikliklerdir.
Bronşit
  • Bronşların iltihaplanması sonucunda oluşan bronşit; kuru bir öksürük, yüksek ateş ve hırıltılı nefes alma şeklinde belirtiler gösterir. Zamanında tedavi edilmezse zatürreye dönüşebilir.
Pnömoni (Akciğer İltihabı, Zatürre)
  • Akciğer alveollerinin enfeksiyonu ve iltihaplanması sonucunda akciğerlerde sıvı ve kan toplanması hastalığıdır. Genellikle Streptococcuspneumonia türü bakteri tarafından oluşturulur. Ateş, öksürük, üşüme, soluk alıp vermede güçlük gibi belirtiler gösterir.
Amfizem
  • Uzun süre sigara içilmesi, hava kirliliği olan ortamlarda yaşama, egzoz dumanları, aşırı tozlu ortamlarda bulunmak gibi faktörler solunum sisteminin yapısını bozar ve enfeksiyonlara neden olur. Alveoller esnekliğini kaybeder. Nefes alıp verme zorlaşır şiddetli nefes darlıkları görülür.
Tüberküloz (Verem)
  • Mycobacteriumtuberculosis türü bakteri tarafından oluşturulur. Bu bakteri farklı organlara yerleşip o organlarda da vereme sebep olabilmekle birlikte (kemik veremi, cilt veremi gibi), çoğunlukla akciğere yerleştiğinden hastalık, akciğer veremi olarak anılmaktadır. Veremli hastaların öksürüklerinden saçılan bakteriler yoluyla insandan insana geçer. Genellikle kalabalık, havasız ortamlarda yaşayan ve bağışıklık sorunları olan insanlarda görülür. Veremde akciğerlerin bağ dokusunun elastikiyetinin azalması ve solunum yüzeylerinin kalınlığının artmasından dolayı gazların difüzyon kapasitesi düşer.
Astım
  • Hava yollarının daralmasına sebep olan kronik bir iltihaplanmadır. Soluk alıp vermede sıkıntılara neden olur. Polenler, mantar sporları, bazı besinler, asprin, soğuk hava, kirli hava, sigara dumanı akut astım krizine neden olabilir. Bunların etkisi ile küçük bronşiollerde mukus salgısı çok fazla artarak ödem oluşturur.
Kronik Obstrüktif (Engelleyici) Akciğer Hastalığı (KOAH)
  • İlerleyici bir akciğer hastalığıdır. Tütün ve tütün ürünleri, bazı mesleklerde karşılaşılan toz, duman, evlerde kullanılan odun, tezek, kök benzeri yakıtlardan çıkan dumanın solunması akciğerlerde bir çeşit iltihap oluşturarak akciğerlerin olduğundan daha erken yaşlanmasına neden olur. Hastalık müzmin bronşit ve amfizem olarak da bilinir.
Gırtlak kanseri:
  • Gırtlak boğazınızın hemen altında bulunur. Gırtlak kıkırdaktan yapılmıştır ve konuştuğunuzda ses çıkarmak üzere titreşen ses tellerini içerir. Bu bölgede gelişen kanserler gırtlak kanseri olarak adlandırılır.
Gırtlak kanseri nedenleri nelerdir?
  • Gırtlak kanseri, gırtlağınızdaki hücreler genetik mutasyon geliştirdiğinde oluşur. Bu mutasyonlar hücrelerin kontrolsüz büyümesine ve normalde sağlıklı hücreler öldükten sonra da yaşamaya devam etmelerine yol açar. Biriken hücreler gırtlak bölgesinde bir tümör oluşturabilirler. Gırtlak kanserine sebep olan mutasyona neyin sebep olduğu net olarak bilinmemektedir.



Gırtlak kanseri risk faktörleri nelerdir?
  • Sigara içilmesini ve tütün çiğnenmesini içeren tütün kullanımı,
  • Aşırı alkol kullanımı,
  • Human papilloma virüsü (HPV) olarak adlandırılan cinsel yolla bulaşan bir virüs,
  • Meyve ve sebze yer almayan diyet
Akciğer kanseri:
  • En önemli görevi vücuda oksijen alınması ve yaşamsal faaliyetler sırasında oluşan karbondioksitin vücuttan atılmasını sağlamak olan akciğerlerdeki doku ve hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu akciğer kanseri oluşur. Kontrolsüz çoğalan bu kitleler bulunduğu ortamda büyür ve etrafındaki dokulara yayılıp hasar verebilir.
Akciğer Kanseri Nedenleri
  • Akciğer kanserinin en büyük nedeni sigara olsa da sigara içmeyenlerde de akciğer kanserine rastlanabilmektedir. Tüm akciğer kanserleri vakalarına bakıldığında %15’lik dilimi hiç sigara içmemiş kişiler oluşturmaktadır. Sigara içilen ortamlarda bulunmak da akciğer kanseri gelişim riskini artırmaktadır. Sigaradan uzak durarak 10 yıl için de akciğer kanseri riski yüzde 50 azaltılabilir. Sigara, pipo, puro ve nargile gibi ürünler, kanser nedeni olarak ispatlanmış en önemli risk faktörleridir. Sigaranın dışında; genetik geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği de akciğer kanseri nedenlerindendir. Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, akciğerlere radyoterapi uygulanması riski artırabilmektedir. İçme sularında yüksek düzeyde arsenik maddesi olması da önemli bir nedendir. Kadınların da giderek daha fazla sigara tüketmesi ile son yıllarda akciğer kanserinde artış görülmektedir.

 

BİLGİ:

Akciğer Kanserinde Erken Tanı Önemlidir!

Akciğer kanseri kanser tarama programları içinde değerlendirilemeyen bir tür olduğundan erken dönemde yani akciğer içinden lenflere veya başka organlara yayılmadan önce ender olarak başlangıç evresinde tespit edilebilir. Erken dönemde hastalığın yakalanma ihtimali %15 civarındadır. Lenf düğümlerine sıçramamış vakalarda 5 yıllık sağ kalım oranı %50’dir. Ancak genellikle bu hasta gruplarında kanser teşhisi konulduğunda hastalık akciğer dışında yakın organlara da yayılmış durumda olduğu için bu oran %15’in altına inmektedir. Akciğer kanserinde erken tanı, rutin yapılan testlerde ya da bir başka sağlık sorunu için yapılan tetkiklerde ortaya çıkmaktadır.

 


Akciğer Kanserinden Korunmanın Yolları

Akciğer kanseri oluşumu tek bir sebebe bağlanamaz. Yapılan araştırmalar sonucu akciğer kanserinin birçok nedeni bulunmuştur. Çeşitli faktörler akciğer kanseri oluşumunda rol oynayabilir. Bunların büyük bir bölümü tütün kullanımıyla ilişkilidir. Akciğer kanseri bulaşıcı değildir. Bazı insanların akciğer kanseri olma riski diğerlerinden daha fazla olabilir. Aşağıdaki durumlarda kanser riski artmaktadır.

1.Sigara ve Akciğer Kanseri; Sigara içmek akciğer kanserine neden olur. Tütündeki zararlı maddeler (karsinojen) akciğerdeki hücrelere zarar verir. Zamanla bu etkiler, hücrelerde kansere neden olabilir. Bir sigara içicisinin akciğer kanseri olması; hangi yaşta sigara içmeye başladığı, ne kadar süredir sigara içtiği, günde içtiği sigara sayısı, sigarayı ne kadar derin içine çektiğiyle alakalıdır. Sigara içmeyi bırakmak bir kişinin akciğer kanseri olma riskini büyük ölçüde düşürür.

2.Puro ve Pipo ve Akciğer Kanseri; Puro ve pipo kullananlar, bunları kullanmayanlara göre daha çok akciğer kanseri olma riski taşır. Kişinin kaç yıldır puro veya pipo içtiği, günde kaç adet içtiği ve ne kadar derin içine çektiği, kanser olma riskini etkileyen faktörlerdir. İçlerine çekmeseler de puro ve pipo içicileri akciğer ve ağız kanserinin diğer tipleri için de risk altındadır. Pasif içicilerin (tütün dumanına maruz kalanlar) akciğer kanseri olma riski pasif içicilik durumunda da artmaktadır.

3.Asbest ve Akciğer Kanseri; Yalıtım malzemesi olarak bazı endüstrilerde kullanılan ve doğal olarak fiber halinde bulunan bir mineral grubudur. Asbest fiberleri parçacıklara ayrılmaya meyillidir ve havada dolaşıp kıyafetlere yapışır. Bu parçacıklar solunduğu zaman akciğerlere yerleşir. Orada akciğer hücrelerini zarara uğratır ve böylece kanser gelişme riskini artırır. Çalışmalar asbeste maruz kalan işçilerde akciğer kanseri gelişme riskinin, maruz kalmayanlara göre 3–4 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu artış, gemi inşası, asbest madenleri, yalıtım işi ve fren tamiri gibi endüstrilerde çalışanlarda daha fazladır. Akciğer kanseri olma riski, asbest işçileri sigara içiyorlarsa daha fazladır. Asbest işçileri işverenleri tarafından temin edilen koruyucu malzemeleri kullanmak ve tavsiye edilen iş ve güvenlik uyarılarını takip etmek zorundadır.

4.Hava Kirliliği ve Akciğer Kanseri; Akciğer kanseri ile hava kirliliğine maruz kalmak arasında bir ilişki bulunmuştur. Ama bu ilişki açıkça tarif edilememiştir ve daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

5. Akciğer Hastalıkları; Verem gibi bazı akciğer hastalıkları, kişinin kanser olma riskini artırır.  Akciğer kanserinin veremden etkilenen bölgelerde daha fazla gelişme eğilimi vardır.

6. Hastanın Hikâyesi; Bir kez akciğer kanseri olan kişinin tekrar ikinci akciğer kanseri olma riski, hiç kanser olmamış kişiye oranla daha fazladır. Akciğer kanseri tanısı konduktan sonra sigara içmeyi bırakmak, ikinci bir akciğer kanserinin gelişmesini önleyebilir.


Solunum Sisteminin Sağlığı İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?

1. Solunan havanın temiz ve nem oranının yeterli düzeyde olmasına özen gösterilmelidir. Fırsat buldukça orman, göl, deniz kıyısı gibi havası temiz olan yerlerde dolaşılmalıdır. Kalabalık, havasız ve tozlu yerlerde fazla durulmamalıdır. 
2. Bulunulan ortam sık sık havalandırılmalıdır.
3. Hava akımı olan yerlerde (cereyan yapan yerlerde) durulmamalıdır.
4. Temiz havada düzenli spor yapılmalıdır. 
5. Grip, nezle ve diğer solunum yolu hastalıklarına yakalanan kimselerden uzak durulmalıdır.
6. Bronşit, zatürre, astım gibi solunum sistemi hastalıklarında gecikmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
7. Tütün ve tütün mamulleri gibi solunum sistemine zarar veren maddelerin kullanımından uzak durulmalıdır.
8. Mevsime uygun giyinilmelidir. Çok rüzgârlı ve soğuk havalarda boğazı koruyacak giyecekler kullanılmalıdır.
9. Aşırı sıcak ve soğuk gıdalar yemek ve içmekten kaçınılmalıdır.
10. Burun, filtre görevi yaparak zararlı mikropları tuttuğu ve bunların diğer solunum organlarına geçişini engellediği için burundan nefes alınmalıdır.
11. Çocukken vereme karşı gerekli aşılar yapılmış olmalıdır.
12. Toksik gazlar gibi solunum sistemine zarar verebilecek durumların söz konusu olabileceği ortamlarda çalışıldığında maske takmak gibi koruyucu önlemler alınmalıdır.





  




 SOLUNUM SİSTEMİ  KONU ANLATIMI 1  

 



SOLUNUM SİSTEMİ KONU ANLATIMI  2

 





SORU ÇÖZÜMLERİ




SOLUNUM SİSTEMİ
SORU ÇÖZÜMÜ 1




SOLUNUM SİSTEMİ 
SORU ÇÖZÜMÜ 2
 


SOLUNUM SİSTEMİ
SORU ÇÖZÜMÜ 3   
  



SOLUNUM SİSTEMİ 
SORU ÇÖZÜMÜ 4
 



SOLUNUM SİSTEMİ
SORU ÇÖZÜMÜ 5
  



SOLUNUM SİSTEMİ 
SORU ÇÖZÜMÜ 6
 



SOLUNUM SİSTEMİ
SORU ÇÖZÜMÜ 7
 




SOLUNUM SİSTEMİ 
SORU ÇÖZÜMÜ 8
 


SOLUNUM SİSTEMİ
SORU ÇÖZÜMÜ 9

 
  
SOLUNUM SİSTEMİ 
SORU ÇÖZÜMÜ 10
 





SORULAR


SORU 1




















SORU 2


















SORU 3


















SORU 4

















SORU 5






















SORU 6














SORU 7


















SORU 8






















SORU 9

















SORU 10




































SORU 11



















SORU 12


















SORU 13



















SORU 14

















SORU 15
















SORU 16












SORU 17




















SORU 18


















SORU 19
















SORU 20

















SORU 21

















SORU 22












SORU 23






















SORU 24


























SORU 25
















SORU 26



















SORU 27























SORU 28






















SORU 29























SORU 30


























SORU 31
























SORU 32





















SORU 33

























SORU 34























SORU 35














SORU 36



















SORU 37





















SORU 38

















SORU 39


















SORU 40






















SORU 41













SORU 42




















SORU 43




















SORU 44























SORU 45






















SORU 46



















SORU 47



















SORU 48



















SORU 49


































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BİYOLOJİ HABERLERİ

POPÜLER YAYINLAR


FİZİK DERSİ