22 Temmuz 2022 Cuma

DOLAŞIM SİSTEMİ ( LENF SİSTEMİ, KAN DOLAŞIMI, BAĞIŞIKLIK)






  • Canlılar solunum, boşaltım, sindirim gibi yaşamsal olayları sürdürebilmek için enerjiye gereksinim duyar. Pek çok canlı bu enerjiyi oksijenli solunum reaksiyonları ile üretir. Çok hücreli canlıların yaşadıkları ortamdan aldıkları besin ve oksijenin hücrelere taşınması, metabolizma reaksiyonları sonucu oluşan atık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılması gerekir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi özelleşmiş yapılar olan dolaşım sistemleri ile gerçekleştirilir.


DOLAŞIM SİSTEMLERİ

  • Canlılar solunum, boşaltım, sindirim gibi yaşamsal olayları sürdürebilmek için enerjiye gereksinim duyar. Pek çok canlı bu enerjiyi oksijenli solunum reaksiyonları ile üretir. Çok hücreli canlıların yaşadıkları ortamdan aldıkları besin ve oksijenin hücrelere taşınması, metabolizma reaksiyonları sonucu oluşan atık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılması gerekir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi özelleşmiş yapılar olan dolaşım sistemleri ile gerçekleştirilir.
  •  İnsanda dolaşım sistemleri, kan dolaşımı ve lenf dolaşımı olarak iki grupta incelenir.
  • Dolaşım sistemleri hücrelerin iç ortamla madde alışverişini sağlamalarının yanı sıra vücut ısısının düzenlenmesinde, bağışıklık sisteminin iç salgı bezlerinin işlevini gerçekleştirmesinde ve sistemler arası iş birliğinin sağlanmasında görev alır. Böylece canlı, kararlı bir iç yapıya sahip olur
  •  İnsanda dolaşım sistemi üç temel ögeden oluşmaktadır.

Kan ; maddelerin taşınmasını sağlar,

Damarlar: kanın tüm hücrelere kadar yayılmasını sağlar ve

Kalp; damarlardaki kanın akışı için gerekli itici gücü bir pompa gibi sağlar

KALBİN, DAMARLARIN VE KANIN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ:

KALP:

  • Kalp, göğüs boşluğunun merkezinde iki akciğer arasında bulunur.
  • Yaklaşık olarak sıkılmış bir yumruk büyüklüğündedir.
  • Kadınlara göre erkeklerin kalbi biraz daha büyüktür ve ağırdır.
  • Bu durum erkeklerin kas kütlesinin ve oksijen ihtiyacının daha fazla olmasıdır.
  • Embriyonik gelişimin dördüncü haftasında atmaya başlayan kalp, damarlardan gelen kanı pompalayan kaslı bir yapıya sahiptir.
  • Kalp; dıştan içe perikartmiyokard ve endokard olmak üzere üç tabakadan oluşur.

Perikart (Dış Tabaka): Kalbi çevreleyen bağ dokudan oluşmuş koruyucu bir kesedir.

Çift katlı bu kese içinde perikardiyal sıvı bulunur.

Miyokard (Orta Tabaka): İstemsiz kasılarak kanı odacıklarda sıkıştıran ve pompa görevi yapan kalp kasıdır. Yapısı çizgili kasa, çalışması düz kasa benzer

Kulakçıklarda ince karıncıklarda kalındır.

Sol karıncıkta ise sağ karıncıktan daha kalındır.

Aorttan ayrılan küçük bir damar miyokard tabakasında kılcallara ayrılarak koroner damarları oluşturur.

Bu damarlar kalp kasına besin ve oksijen getirir. Metabolik atıkları uzaklaştırır.

Koroner damarlarda tıkanıklık sonucunda kalp kası besin ve oksijen alamadığı için kalp krizi (enfarktüs) oluşur.

Endokard (İç Tabaka): İnce tabaka hâlinde kalp boşluğunu saran kısımdır.

Tek sıralı yassı epitel dokudan oluşmuştur.

Aşınmayı önleyen kaygan bir yapı oluşturur. Kanın akışını kolaylaştırır.

Kan damarları bulunmaz.

Endokard tabakasında kılcal damar bulunmadığı için kalp içindeki kanın bileşimi değişmez. Yani kalp, içindeki kandan faydalanamaz.

 









Kalp, üstte iki kulakçık ve altta iki karıncık olmak üzere dört odacıktan oluşur.

Kalpte kulakçık (atrium) kasları, karıncık (ventrikül) kaslarından daha incedir.

Kulakçık kasları, gelen kanı karıncıklara pompalarken karıncık kasları, gelen kanı akciğere ve genel dolaşıma aktarır.

Kalbin sağdaki odacıklarında kirli (oksijen yönünden fakir) kan, sol tarafında temiz (oksijen yönünden zengin) kan bulunur.

Kulakçıklar ile karıncıklar arasında kanın pompalanması sırasında karıncıklardan kulakçıklara dönmesini önleyen tek yönlü kapakçıklar vardır.

Triküspit kapakçık (üçlü kapakçık): Sağ karıncık ile sağ kulakçık arasında bulunur.

Biküspit kapakçık (ikili kapakçık; mitral kapakçık): Sol karıncık ile sol kulakçık arasında bulunur.

Yarım ay kapakçıkları: Sağ karıncıktan çıkan akciğer atardamarı ile sol karıncıktan çıkan aortun kalpten çıktığı yerde bulunur.

Bu kapakçıklar, kanın kalbe geri dönmesini engeller.

 

 






  •  Kalp kası, iskelet kasından farklı olarak kendiliğinden ritmik uyarılar oluşturup kasılabilir.(İskelet kası, somatik sinir sisteminden impuls almadıkça kasılmaz.)
  • Kalpte özelleşmiş uyarıcı ve iletici kas lifleri bulunur. Özelleşmiş lifler kalbin ritmik kasılmasından sorumludur.
  • Kalpte impulsu oluşturan iki düğüm ve impulsu taşıyan özel iletim demetleri vardır.
  • Kalbin sağ kulakçığında dakikada 70-80 uyartı üreten sinoatriyal (SA) düğüm bulunur.
  • Bu düğümden çıkan impulslar kulakçıkların kasılmasını sağlar. SA düğümünden gelen impulslar atrioventriküler (AV) düğüme iletilir
  • Kalp kasının ritmik çalışması sinoatrial (SA) düğüm ve atriyoventriküler (AV) düğüm tarafından düzenlenir.

1.Sinoatrial (SA) düğüm:

Sağ kulakçık duvarında üst ana toplar damarın kalbe girdiği bölgenin yakınında bulunur.

Otonom sinir sistemi tarafından uyarılması ile kalbin çalışmasını başlatan elektriksel uyarılar üretir.

Bir jeneratör gibi elektrik üreterek kalp kası hücrelerinin kasılmasını düzenler.

SA düğüm aynı zamanda kasılma ritmini de denetler.

SA düğümden gelen uyartı ile kulakçıklar kasılır.

2. Atriyoventriküler (AV) düğüm:

Sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında bulunur.

Uyartıları SA düğümden alır.

AV düğümünden çıkan özel kas telcikleri his demeti adını alır ve karıncık duvarında dallanarak purkinje liflerini oluşturur.

3. His demetleri:

AV düğümden çıkan özelleşmiş kas telcikleridir. Uyartıları purkinje liflerine aktarır.

4. Purkinje lifleri:

His demetlerinin karıncıkların duvarında dallanması ile oluşan liflerdir.

His demetlerinden aldığı uyartıları karıncıklara ileterek kasılmalarını sağlar.

Kalp kasılırken önce kulakçıklar sonra karıncıklar kasılır.

Kalbin çalışması sırasında uyartıların izleri ve kalp kası üzerine etkileri elektrokardiyografi cihazlarıyla izlenebilir.






Bu yapıların uyarısı ile gerçekleşen olaylar sırası ile;

1.Otonom sinirlerle SA uyarılır.

2. SA, uyarıları kulakçıklara iletir.

3. Kulakçıklar kasılır. Kan karıncıklara dolar.

4. Uyarılar AV ye daha sonra sırası ile his demetlerine ve purkinje liflerine geçer.

5. Karıncıklar kasılır. Kan atar damarlara geçer.

 






BİLGİ:

Kalp kası düzenli aralıklarla kasılarak oksijeni azalmış kanı akciğerlere, oksijence zengin kanı vücuda pompalar. Kalbin pompa görevini sürdürebilmesi ve kan dolaşımını devam ettirebilmesi için ömür boyu ritmik şekilde kasılıp gevşemesi gerekir.

Kalbin kasılması için gereken elektrokimyasal uyarı yine kalbin içinde üretilir.

Kalp atışları arasındaki sürenin düzensizleşmesiyle kalp ritminin bozulmasına aritmi denir.

Aritmi sırasında kalp hızı normal olabileceği gibi 60'ın altında (bradikardi) veya 100'ün üzerinde (taşikardi) olabilir.

Kalp damarlarındaki tıkanıklık ve kalp kasındaki değişiklik aritmiye sıklıkla yol açan durumlardır.

Kalbin jeneratörü konumunda olan sinoatriyal düğümdeki işlevsel bozukluk nedeniyle düzenli sinyal oluşmaması veya burada üretilen sinyallerin kalbin alt tarafındaki karıncıklara iletilememesi (AV blok) en sık karşılaşılan ritim bozukluğu nedenleridir.


Kalp atışının atardamarlardan hissedilmesine nabız denir.

Nabız sağlıklı bir insanda dakikada 60-80 kez hissedilir.

Kalbin her atışı 1 sn. den daha kısa sürer.

Yaklaşık 0,85 sn. süren her atımda kalp kasılır (sistol)gevşer (diastol) ve dinlenir.

Kulakçıkların kasılması (1) yaklaşık 0,15 sn. iken karıncıklar 0,30 sn. kasılır.

Geri kalan sürede (0,40 sn) kulakçık ve karıncık gevşer, kalp dinlenir.

Kalp, her kasılmada yaklaşık 70 ml. kanı pompalar.

Kalbin kulakçıkları aynı anda kasılırken bu sırada karıncıklar gevşer, karıncıklar

kasıldığında ise kulakçıklar gevşer.

Kalp dinlenme durumunda iken kulakçık ve karıncıklar aynı anda gevşemiş olarak

bulunurlar.

Ancak kulakçık ve karıncıkların aynı anda kasılması söz konusu değildir.

Karıncıklardaki kasılmaların ve gevşemelerin yarattığı basıncın atardamarlarda

hissedilmesine tansiyon denir. Bu basınç, tansiyon ölçüm aletleriyle ölçülebilir.

Sağlıklı bir insanda kasılma basıncı 120 mmHg iken (büyük tansiyon), gevşeme

basıncı 80 mmHg'dir (küçük tansiyon).

Bu değerler bireysel farklılıklara ve ortam koşullarına göre değişiklik gösterebilir.

Kalp kapakçıklarının yapısı doğuştan ya da bir enfeksiyona bağlı olarak bozuk olursa

kan kulakçıklara doğru geri dönebilir. Bu duruma kalp üfürümü denir. Kapakçıktaki

bozukluk sağlığı tehlikeye düşürecek orandaysa kapakçık ameliyatla değiştirilebilir.

Hipertansiyon; büyük tansiyonun 140’dan ve/veya küçük tansiyonun 90’dan yüksek

olması demektir.






Kalbin çalışması sırasında kendi ürettiği uyartılar dışında otonom sinirler ve bazı hormonlar etkilidir.

Hızlandıran Nedenler:

Yavaşlatan Nedenler:

Sempatik sinirler

Adrenalin, noradrenalin vtiroksin  

hormonu kalbin çalışmasını

hızlandırır.

Kandaki karbondioksit (CO2)

miktarının artması.

Vücut sıcaklığının artması,

Kafein, tein gibi maddeler

Gün içerisinde aşırı miktarda çay ve

kahve tüketen bireylerde kalp atım

hızı yüksektir.

Ortam sıcaklığının azalması

Ateşli hastalıkla vücut sıcaklığının

1 °C artması, kalbin atış hızını

yaklaşık 10 atım/dakika artırır.

Otonom sinirlerden (Parasempatik) olan vagus

sinirinden salgılanan asetilkolin kalbin uyartı

oluşturma ritmini yavaşlatır.

Vücut ısısının azalması

Ortam sıcaklığının belirli oranda artışı.

Ca++ gibi minerallerin eksikliği

 




ALIŞTIRMA 1




DAMARLAR:

Damarların görevi kanı taşımaktır.

Vücutta üç çeşit kan damarı vardır.

1. Atardamar

2. Toplardamar

3. Kılcal damar

Kanı kalbe getiren damarlara toplardamar, kalpten kanı götüren damarlara atardamar

denir.

Genellikle toplardamarda oksijen bakımından fakir kan bulunur ancak akciğer

toplardamarı oksijen bakımından zengin kan taşır.

Genellikle atardamarlarda oksijen bakımında zengin kan bulunurken akciğer

atardamarı oksijence fakir kanı akciğerlere taşır.

Küçük dolaşımla:

Alt ve üst ana toplardamarlardan sağ kulakçığa gelen kirli kan, sağ karıncığa geçer.

Buradan akciğer atardamarıyla akciğere gönderilen kan temizlenip akciğer toplardamarıyla sol kulakçıktan kalbe geri döner.

Büyük dolaşımla:

Sol karıncığa geçen kan, aort ana atardamarı sayesinde tüm vücuda gönderilir.

 




  • Aorttan dallanan koroner arter damarlar kalbi besleyen damarlardır.
  •  Kalbin pompaladığı tüm kanın yaklaşık %10’u kalbin beslenmesi için kullanılır.
  • Kalple pompalanan kan, damarlar sayesinde vücutta kapalı bir sistem içinde dolaşır.
  • Dokular ile kan arasındaki iki yönlü difüzyonla maddeler gerekli yerlere taşınır.
  • Atardamar ve toplardamar üç katmanlı bir duvar yapısına sahiptir.
  • En dışta kollajen ve elastik liflerden oluşmuş bir bağ doku bulunur.
  • Ortada elastik lifler ve düz kaslar içeren orta tabaka vardır.
  • En içte ise yassı epitel hücrelerinden oluşan endotel bulunur.



1. Atardamarlar

  • Kalpteki kanı diğer organlara taşıyan damarlardır. Kanın akış yönü kalpten vücuda doğrudur.
  • Kalpten çıkan oksijence zengin olan kanı doku ve organlara taşır.

Akciğer atardamarı hariç vücuttaki tüm atardamarlar oksijence zengin kan (temiz kan) taşır.

Akciğer atardamarı ise kalpteki kirli kanı (CO2 yoğunluğu fazla kanı) temizlenmesi için akciğere götürür.


Atardamarlar genellikle kan götürdüğü organa göre adlandırılır.

(Örnek: Böbreğe kan getiren damara böbrek atardamarı, akciğere kan getiren damara akciğer atardamarı denir.

Atardamarlarda kan basıncı diğer damarlara göre daha yüksektir.

Yüksek basınçtan zarar görmemesi için düz kas tabakasında fazlaca elastik lif bulunur.

Kan atardamarlarda kalpten çıkarken oluşan basıncın etkisiyle vücutta taşınır.

Atardamarlar dıştan içe tabakalar:

a.Dış Tabaka: Kan basıncına karşı damarın dayanıklı olmasını sağlayan lifli bağ dokusundan yapılmıştır.

b.Orta Tabaka: Düz kaslardan oluşmuştur. Bu tabakada bulunan elastik lifler, damarlara verdiği esneklikle kanın hareketini kolaylaştırır.

c.İç (endotel) Tabaka: Tek katlı yassı epitel dokudan oluşur. Endotelyum, kanın kolayca hareket etmesini sağlayan kaygan bir yüzey oluşturur.

Atardamarlarda kanın hareketini sağlayan faktörler;

Karıncıkların kasılmasıyla oluşan kan basıncı,

Damar duvarında bulunan düz kasların kasılma ve gevşeme hareketi,

Arkadan gelen kanın öndeki kanı itmesi

Kalpten aşağı inen damarlarda yer çekiminin etkisi


2. Toplardamarlar

  • Doku ve organlardan aldığı kanı kalbe taşıyan damarlardır.
  • Kanın akış yönü vücuttan kalbe doğrudur.
  • Akciğer toplardamarı hariç vücuttaki tüm toplardamarlar kirli kan taşır.  Akciğer toplardamarı temiz kan taşır.
  • Kapı toplardamarı, kanı kalbe değil karaciğere iletir.
  • Toplardamarlarda elastiki lifler ve düz kas miktarı atardamarlardan daha azdır.
  • Toplardamarın çapı atardamarlardan daha büyüktür.
  • Kan akış hızı yavaştır.
  • Genellikle çıktığı doku adı ya da organ adıyla isimlendirilirler. Örnek: böbrekten çıkan kan böbrek toplardamarıyla taşınır.
  • Çapı 1 mm’den büyük olan toplardamarlarda genellikle kapakçıklar bulunur.
  • Toplardamardaki kanın kalbe geri dönüşünde etkili faktörler:

İskelet kaslarının kasılıp gevşemesi sırasında kasların baskı yaparak damarları sıkıştırması

Kalpteki kulakçıkların gevşemesiyle oluşan negatif basınç (emme basıncı).

Göğüs kafesindeki basınç değişmeleri.

Atardamarlara pompalanan kanın itilmesi kanın toplardamarlarda taşınmasında etkilidir.

Vücudun kalpten aşağıda olan bölümlerinde kan, bu kapakçıklar sayesinde geriye kaçmadan tek yönlü taşınır. (Kapakçıkların bozulması ile toplar damarlar genişleyerek varisleri meydana getirir.)

Kan, kalp seviyesinin üstündeki toplardamarlarda yer çekiminden olayı kalbe geri döndüğü için bu toplardamarlarda kapakçık bulunmaz.

 

Toplardamarlarda dıştan içe tabakalar:

Atardamarlardan farklı olarak toplardamarlarda;

Dışta bulunan bağ doku lifleri azdır.

Kas dokusu incedir.

Orta tabakada elastik lifler yoktur.






3. Kılcal Damarlar

  • Atardamarlar ile toplardamarlar arasında bulunan, doku ve organları besleyen damarlardır.
  • Sadece endotel tabakadan oluşmuştur.(Tek katlı yassı epitel doku)
  •  İki yönlü difüzyonla madde alışverişi bu damarlarla sağlanır.
  • Kan akış hızı diğer damarlara göre yavaştır.
  • Bir kılcal damarın enine kesit alanı yaklaşık bir atardamardan 500 kat, bir toplardamardan 600 kat daha küçüktür.
  • Bir atardamar, çok sayıda kılcal damara dallandığından kılcal damarların enine kesitlerinin toplam alanları, atardamarlara ve toplardamarlara göre daha büyüktür.
  • Kılcal damarlar diğer damarlardan daha fazla yüzey alanına sahiptir.
  • Böbreklerdeki nefronları oluşturan yapılardan birisi olan glomerulus kılcalları, vücut kılcallarından farklı olarak hem çift katlı yassı epitelden oluşur hem de iki atardamar arasında bulunur.



BİLGİ:

Atardamarların ve toplardamarların geçtikleri yerlerdeki doku sıvısı ile taşıdıkları kan arasında madde alışverişi olmaz.







  • Yetişkin bir insandaki yaklaşık 5 litre kanın 3 litresi toplardamarlarda, 1 litresi atardamarlarda, 1 litresi ise kılcal damarlarda ve kalpte bulunur. Damarların kan basınçları, (toplam kesit alanları ve kan akış hızları birbirinden farklıdır.

  • Damarlar arasında kan basıncının en yüksek olduğu damar aorttur. Aorttan dallanan diğer atardamarlarda kan basıncı kılcal damarlara ve toplardamarlara oranla daha yüksektir. Doku kılcal damarlarında kan basıncı kısmen düşse de toplardamarlarda daha düşüktür.

  • Dokular etrafındaki kılcal damarların vücutta kapladığı alan atardamara ve toplardamara göre daha fazladır. Bundan dolayı damarların vücuttaki toplam kesit alanları dikkate alındığında kılcal damarların toplam kesit alanı diğerlerine oranla daha fazladır.



  • Kalpten pompalanan kanın damarlar içindeki akış hızı atardamarlarda diğer damarlardaki akış hızından daha yüksektir. Kılcal damarlarda kanın akış hızı azalır. Bu olay doku sıvısı ve kan arasındaki madde geçişine yardımcı olur.








DAMARIN KARŞILAŞTIRILMASI

ATARDAMAR

TOPLARDAMAR

KILCAL DAMAR

İçte tek katlı yassı epitel (endotel), ortada elastik lifli düz kas, dışta lifli bağ doku bulunur

İçte tek katlı yassı epitel (endotel), ortada düz kas (lifsiz), dışta az lifli bağ doku bulunur.

Bağ ve düz kas dokusu

bulunmaz.Temel zar üzerinde bulunan endotel denilen tek sıralı yassı epitelden oluşur.

Akciğer ve aort atardamarlarının karıncıklardaki başlangıç yerlerinde yarım ay kapakçıkları bulunur.

Vücudun alt kısımlarındaki toplardamarlarda tek yöne açılan kapakçıklar bulunur.

Yarım ay kapakçığı veya kapakçık benzeri yapılar bulunmaz.

Akciğer atar damarı hariç temiz kan kan taşır.

Akciğer toplar damarı hariç kirli kan taşır.

Madde alışverişinin yapıldığı damarlardır.

Kalpteki kanı organlara götürür.

Organlardaki kanı kalbe getirir.

Dokularla gaz ve besin alışverişi yapılır.

Damar çeperi (duvarı) en kalın damarlardır.

Damar çeperi (duvarı) ince damarlardır.

Damar çeperi çok ince olan damarlardır.

Cilt yüzeyinin derinliklerinde bulunur.

Cilt yüzeyine yakın bulunur.

Genellikle atardamar ile toplar damar arasında bulunur.

















KAN:

Kan doku, kan hücreleri ve plazma olmak üzere iki bölümde incelenir.

Yetişkin bir insanda ortalama 5 litre kan bulunur. Kanın %55'ini plazma, %45'ini ise kan hücreleri oluşturur.

Pıhtılaşması önlenmiş kan, santrifüj edilirse kanın hücreleri ağırlıkları nedeniyle tüpün tabanına çöker.

Üstte kan plazması adı verilen kısım kalır.

Çöken hücrelerin büyük kısmını alyuvardır. (Yaklaşık %41’i alyuvarlardan oluşur.)

(Hematokrit değeri (HCT: kandaki alyuvarların yüzdesi) denilen bu değer bazı hastalıkların tanısında kullanılabilir.)

Kanın hücresel elemanlarının ve plazma kısmının oranı; yaş, cinsiyet ve başka faktörlere bağlı olarak değişebilir.

Alyuvarların üzerinde alyuvarları plazmayla ayıran yaklaşık %4’lük kısım akyuvarları ve kan pulcuklarını içerir

Yetişkinlerde vücut ağırlığının yaklaşık %7’si kan hacmini oluşturur.

Kanın optimum pH’ı 7,4 olup çok dar sınırlar (7,0-7,8) içinde değişebilir.

Kanın başlıca dört görevi vardır. 

Taşıma, koruma, düzenleme ve savunma.

Kan ilgili doku ve organlara oksijeni, karbondioksidi, metabolik atıkları, kullanılan ilaçları ve hormonları taşır.

Hasar gören damardan kan kaybının önlenmesini sağlar. (Pıhtılaşma mekanizmalarıyla) (Heparin ise kanın damar içinde pıhtılaşmasını önler.)

Vücudun su, elektrolit ve pH dengesinin sağlanmasında etkilidir.

Mikroorganizma ve hastalıklara karşı vücudun savunulmasında etkili olur.

(Akyuvarlar ve antikorlar ile sağlanır.)

Oluşan ısının vücuda dağılmasını sağlar.



BİLGİ:

Farklı yoğunluklara sahip olan çözelti içindeki maddeleri ağırlıklarına göre çöktürmeye santrifüj denir.

 

Kan Plazması:
  • Kan dokunun sıvı olan ara maddesine plazma denir. Plazma, içinde bulunan çözünmüş proteinlerden dolayı sarı renktedir.
  • Kan plazmasının yaklaşık %90'ı su, %7'si protein (albumin, globülin, fibrinojen), geri kalan kısmı hormon, antikor, vitamin, amino asit, karbonhidrat, yağ, amonyak, üre, ürik asit, enzim (sindirim enzimi hariç) gibi organik maddelerle sodyum, klor, magnezyum, bikarbonat gibi iyonlardan oluşur.
  • Kan plazması ile doku sıvısının iyon bileşimi benzerdir.
  • Kan plazması ile doku sıvısı arasındaki en önemli fark kan plazmasındaki yüksek protein yoğunluğudur.
  • Kan pıhtılaşırsa kan plazmasındaki pıhtılaşma faktörleri denen proteinler plazmadan ayrılır. Oluşan pıhtının üstündeki sarı renkli berrak sıvıya kan serumu denir.

Kan Plazmasının İçeriği

Kan Plazmasında Bulunan Maddeler

Görevi

Su

Taşıma, çözücü

Kalsiyum, sodyum, potasyum, magnezyum, bikarbonat gibi iyonlar

Ozmotik basınç ve pH dengesinin ayarlanması

Plazma proteinleri

Fibrinojen

Albumin

Antikorlar

Histamin

Pıhtılaşma

Ozmotik basınç ve pH dengesinin ayarlanması

Savunma

Kılcal damar geçirgenliğinin ayarlanması

Taşınan Maddeler: Heparin, oksijen, hormonlar, glikoz, amino asit gibi besin monomerleri, vitaminler, metabolik atıklar, CO2, üre vb.









BİLGİ:

Kan Proteinleri:

Albumin; Kan ve vücut sıvısının su oranını yani osmotik basıncını düzenler.

Globulin; Antikor yapısını oluşturur.

Fibriniojen ve protrombin; Kanın damar dışında pıhtılaşmasını sağlar. Karaciğerde üretilir.

Histamin: Kılcal damarların geçirgenliğini artırır.

Kan proteinleri ile birlikte iyonlar, kan osmotik basıncını ve kan pH'sının düzenlenmesinde görev yapar.

Kan plazması ile doku sıvısı arasındaki fark, plazmada daha fazla protein bulunmasıdır.

Fibrinojensiz kan plazmasına serum denir.

Serumda kan hücreleri ve fibrinojen bulunmaz.





Kanın Hücreleri:

  • Kanda üç hücresel eleman vardır

1.Alyuvarlar (eritrosit),

2.Akyuvarlar (lökosit) 

3.Kan pulcuğu (trombosit)

Solunum gazlarının taşınmasında, bağışıklıkta ve kanın pıhtılaşmasında rol alırlar.











1.Alyuvarlar (Eritrositler / Kırmızı Kan Hücreleri):
  • Akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan akciğerlere karbondioksit taşır.
  • Aktif hareket edemezler, kan akışıyla bir yerden başka bir yere taşınırlar.
  • Alyuvar sayısı cinsiyete, yaşa ve deniz seviyesinden yüksekliğe göre değişir.
  • Sağlıklı bir erkekte 1 mm3 kanda 5-6 milyon, sağlıklı bir kadında ise 4-5 milyon alyuvar bulunur.(Erkeklerdeki alyuvar sayısının fazla olmasının nedeni erkek eşey hormonunun kan yapımını artırıcı etkisidir)Yükseğe çıkıldıkça atmosferdeki oksijen miktarı azalır. Bu nedenle birim zamanda vücudun gerek duyduğu oksijeni karşılamak için yüksek yerlerde yaşayanlarda alyuvar sayısı daha fazladır.
Embriyonik dönemde kan; dalak, lenf düğümleri ve karaciğerde üretilir.Hamileliğin son ayında ve sonrasında kırmızı kemik iliğinde alyuvar üretilir.
(Fetüste 3-5. aylar arasında karaciğer ve dalakta üretilen alyuvarlar, gebeliğin 5. ayından itibaren yaşamın sonuna kadar kırmızı kemik iliğinde üretilir.)

  • Eritropoietin hormonu kemik iliğinden alyuvar yapımını uyarır.( Eritropoietin böbrekten %90 ve karaciğerden %10 salgılanır)
  • Ortamda O2 azalırsa alyuvar yapımı hızlanır.
  • Alyuvarlar üretildikten birkaç gün sonra çekirdeklerini ve diğer organellerini kaybederek iç bükey disk şeklini alır.
  • Olgunlaştıklarında bu yapılarını kaybettikleri için bölünemez ve kendilerini yenileyemez.
  • Yapılarında kana kırmızı rengini veren hemoglobin bulunur.(Hemoglobin, hem ve globin olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir. Hem kısmı demir atomu bulundurur. Globin ise proteindir.)
  • Hemoglobin, oksijen ve karbondioksitin taşınmasında görev alır.
  • Alyuvarlar yaklaşık 250 milyon hemoglobin molekülü içerir.(Her bir hemoglobin molekülü dört O2 bağlayabildiğinden, bir alyuvarın bir milyon kadar O2 taşıyabileceği anlaşılır. Her alyuvar ATP ihtiyacını da anaerobik solunumla karşıladığı için O2 molekülünü hiçbir şekilde kullanıp azaltmaz.)
  • Kan kaybı, yetersiz alyuvar üretimi, alyuvar yıkımının fazla olması gibi nedenler anemi nedenidir.(Anemik bireylerde vücuda yeterli oksijen gitmediğinden soluk cilt, baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
  • Enerjinin kaynağı glikoliz (laktik asit fermantasyonu) ile karşılar. (Anaerobik yolla laktik asite dönüştürülen glikozdur.)  
Taşıdıkları oksijeni kullanmazlar.
Alyuvarların çekirdeği ve organeli olmadığı için ortalama 120 günlük ömürleri vardır.
(Yıkım ile oluşan demir, dalak ve kırmızıkemik iliğinde depolanarak yeniden alyuvar yapımında kullanılır.)
Yaşlı alyuvarlar dalak, karaciğer ve lenf düğümlerinde yıkılır.
Hemʼin diğer kısmı ise biluribine çevrilerek karaciğere taşınır. Karaciğerden safra yolu ile bağırsağa gönderilir. Daha sonra dışkı ile atılır.


 

BİLGİ:

Memeliler hariç diğer omurgalılarda alyuvarlar daha büyük ve çekirdeklidir.


BİLGİ:

Alyuvarların oksijen taşıma kapasitesini arttıran özellikleri;

Ortası çökük diskler şeklinde bulunması

Memelilerin olgun alyuvarlarında çekirdek ve diğer hücre organellerinin bulunmayışı.

 




Akyuvarlar (Lökositler / Beyaz Kan Hücreleri):

  • Renksiz kan hücreleridir. 
  • Amip gibi yalancı ayaklar oluşturup aktif hareketlerle doku aralarına yayılabilir.
  • Savunma sisteminde görev alır.
Vücudu çeşitli enfeksiyonlara ve toksik maddelere karşı korur.
Ayrıca akyuvarlar hasar görmüş doku parçalarını da yok eder.
  • Yetişkin bir insanda akyuvar sayısı 1mm3 kanda ortalama 4-10 bin arasında değişir.
  • Çocuklarda akyuvar sayısı yetişkinlere oranla fazla olabilir.
  • Akyuvarların sayısı, herhangi bir doku ve organda enfeksiyon oluştuğunda artar.
  • Kırmızı kemik iliğitimus bezi, dalak, bademcik gibi lenf dokusunda üretildikten sonra ihtiyaç duyulan dokuya kanla taşınarak işlevini gerçekleştirir.
  • Yaşam süresi, çeşitlerine göre birkaç saatten birkaç güne kadar değişebilir.

Bazı akyuvarlar vücuda giren yabancı maddeleri tanıyabilen kan hücrelerine (hafıza hücreleri) dönüşür ve uzun zaman yaşayabilir.

·       Vücudun savunmasında iki şekilde görev alır. Bazı akyuvarlar enfeksiyon etkenlerini fagositozla doğrudan yok eder. Bazıları ise enfeksiyon etkenlerine karşı antikor denilen özel proteinler sentezler.

·       Diğer kan hücrelerinden farklı olarak çekirdekleri ve organelleri vardır.

·       Akyuvarların çeşidi çoktur.

·       Akyuvar çeşitlerinden olan B ve T lenfositler vücudun savunmasında görev alır.

Timus bezinde olgunlaşan T lenfositler doğrudan mikroorganizmalara saldırırlar. (Hücresel bağışıklık).

Kemik iliğinde olgunlaşan B lenfositler ise bakteri ve virüse karşı antikor sentezleyerek onları etkisiz hâle getirir (Humoral bağışıklık).

·       Lenfositler, fagositoz yapmaz.

Üretim yeri olan kemik iliğinde olgunlaşanlarına B lenfosit, timüs bezinde olgunlaşanlarına T lenfosit denir.

B lenfositler antikor üreterek mikroplarla savaşır. T lenfositler ise hücresel bağışıklık sağlar.

     

 





Lökositlerin Sınıflandırılması

  • Lökositler sitoplazmalarında granül olup olmamasına göre; granülositler ve agranülositler olarak iki gruba ayrılır.

A. Granülositler:

Bu lökositlerin sitoplazmalarında boyanabilen tanecikleri vardır.

Kırmızı kemik iliğinde yapılır.

Bunlar nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olmak üzere üç çeşittir.

1.Nötrofiller: Tüm lökositlerin % 62’sini oluşturur. Çekirdekleri parçalıdır. Nötrofillerin en önemli özelliği fagositoz yapabilmeleridir. Fagositoz yetenekleri en güçlü olan granülositlerdir.

2.Eozinofiller: Tüm lökositlerin % 2- 3’ünü oluşturur. Çekirdekleri genellikle iki parçalıdır. Fagositoz yetenekleri nötrofiller ve monositlere göre daha azdır. Eozinofil granülleri histamin ve plazminojen içerir. Alerjik reaksiyonlarda, deri ve paraziter hastalıklarda eozinofillerin sayıları artar.

3.Bazofiller: Tüm lökositlerin % 0,4’ünü oluşturur. Bazofiller vücutta küçük kan damarları boyunca çok sayıda bulunan mast hücrelerine benzer. Yapılarında bol miktarda antikoagülan bir madde olan heparin taşırlar. Bazofiller yapılarında heparinden başka histamin ve serotinin de taşırlar. Histamin ve serotonin kan damarları aktivitesi üzerine etkili (vazoaktif) maddelerdir.

B. Agranülositler: Yapılarında granül bulundurmazlar. Bunlar monositler ve lenfositler olmak üzere iki çeşittir.

1.Monositler: Tüm lökositlerin % 5,3’nü oluşturur. Kırmızı kemik iliğinde üretilir. Diapedes ile dokular arasına geçer, burada gelişip büyüyerek doku makrofajları adı verilen hücreleri oluşturur. Yerleştikleri dokuya göre değişik isimler alır. Monositler ve makrofajlar da çok güçlü fagositoz yeteneğine sahip hücrelerdir.

2.Lenfositler: Tüm lökositlerin % 30’unu oluşturur. Kemik iliği, lenf bezleri ve dalak, tymus, bademcikler gibi lenfoid organlarda üretilir. Lenfositler organizmayı bakterilere, virüslere, mantarlara, yabancı dokulara ve tümörlere karşı dirençli kılmak için çalışırlar. Fagositoz yetenekleri yoktur. Lenfositler B ve T olmak üzere iki alt gruba ayrılırlar.

B lenfositler, antijenlere karşı antikor veya immunoglobulinler adı verilen özel protein moleküllerini sentezler.

T lenfositler ise hem B lenfositlerin antikor üretimini düzenleyen hem de antijenlerle doğrudan savaşan hücrelerdir.

Bu nedenle T lenfositlerin oluşturduğu bağışıklığa hücresel bağışıklık, B lenfositlerin oluşturduğu bağışıklığa ise humoral bağışıklık adı verilmektedir.

 




Kan Pulcukları (Trombositler):

  • Kemik iliğinde oluşan megakaryosit denilen hücreler parçalanarak trombositleri oluşturur.
  • Damar dışına çıkamazlar.
  • Parçalanmış hücre parçacığı olduğu için trombositlerin çekirdekleri yoktur.
  • 1mm3 kanda ortalama 150-300 bin kadar trombosit bulunur.
  • Ömrünü tamamlayan kan pulcukları karaciğer ve dalakta parçalanır.
  • Trombositler yaklaşık her on günde bir yenilenir.
  • Kanın pıhtılaşmasında görevli özel bir protein üretir.
  • Trombositler, kan pıhtılaşmasını başlatmada önemli rol oynayarak küçük yaralanmalarda kan kaybını önler.
  • Bir damarın duvarı zarar gördüğünde pıhtılaşma başlar.
  • Pıhtılaşmada trombositler yapışkan kümeler halinde zarar gören bölgeye kısa sürede tutunup açıklığı kapatır. Buna trombosit tıkacı denir.
  • Ayrıca trombositler, aktifleştirici maddelerle protrombini aktif trombin hâline getirir.
  • Trombin ise plazma proteinlerinden fibrinojeni ipliksi yapıdaki aktif fibrin hâline dönüştürür.
  • Fibrin molekülleri kalın bir ağ oluşturarak kan hücreleriyle hasarlı bölgeyi tıkar.
  • Kanda kanın pıhtılaşmasını sağlayan birçok maddenin yanı sıra yeterince Ca+2 iyonunun da bulunması gerekir
  • Pıhtılaşma faktörleri denilen organik moleküllerden birinin eksik olması kanın pıhtılaşma süresini olumsuz etkileyebilir.
  • X kromozomuna bağlı kalıtılan hemofili hastalığı çeşitlerinde kanın pıhtılaşmasından sorumlu faktörlerden bazıları eksik ya da yanlış sentezlenmektedir.
  • Hemofili hastalarında uzun süren kanama görülür.
  • K vitamini, kan pıhtılaşmasında görevli protrombinin karaciğerde sentezi için gereklidir. K vitamini eksikliğinde protrombin sentezlenemediği için kanama eğilimi artar.



BİLGİ:

Tüm kan hücreleri, kemik iliğinde bulunan kök hücreler tarafından yapılabilir.

1mm3 kanda kan hücrelerinin bulunma oranları;

Alyuvarlar> Kan pulcukları >Akyuvarlar



Kanın Pıhtılaşma Mekanizması

  • Eğer damar hasarı küçükse sadece trombosit tıkacı, kan kaybını tamamen durdurur.
  • Eğer hasar büyükse;

1.Trombositlerden ve hasar gören damar çeperinden tromboplastin salgılanır.

2. Tromboplastin, plazmadaki inaktifprotrombini, trombine dönüştürür.

 (Bu olay Ca++, K vitamini ve O2 etkisi ile gerçekleşir.)

3. Trombin kan plazmasında inaktif halde bulunan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine dönüştürür.

4. Fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ, trombosit tıkacı üzerine yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak pıhtıyı oluşturur.

 

  • Pıhtılaşmayı sağlayan protrombin ve fibrinojen inaktif olarak karaciğerden sentezlenir. Yine karaciğerden sentezlenen heparin kanın damar içinde pıhtılaşmasını önler. Damar dışında aktif değildir.






Kan Grupları:

  • Kırmızı kan hücrelerinin hücre zarı yüzeylerinde her biri antijen-antikor reaksiyonlarına yol açabilen yüzlerce farklı antijen bulunur.
  • ABO grubu antijenleri ve Rh sistemi antijenleri antijen-antikor reaksiyonlarına diğerlerinden daha sık sebep olur.
  • Alyuvarların zar yüzeylerindeki  ve kan grubunun belirlenmesini sağlayan glikoproteinlere antijen denir.
  • Alyuvar zarları üzerinde bulunan A ve B tipi antijenler, özgül antikorlarla bağlandıklarında kan hücrelerinin kümeleşmesine neden olur.
  • İnsanlarda bu antijenlerden sadece biri ya da her ikisi bulunabildiği gibi hiçbiri de bulunmayabilir.
  • A veya B antijeninin ikisinin de bulunmaması durumunda kan grubu O grubudur.

Sadece A antijeni varsa A grubu, sadece B antijeni varsa B grubu, A ve B antijeni birlikte varsa AB grubudur.

Günümüzde insanların %47’si O grubu, %41‘i A grubu, %9‘u B grubu, %3’ü AB grubu kana sahiptir.

  • Vücut, doğumdan 2-8 ay sonra kişinin alyuvarları üzerindeki antijenlere göre antikor üretmeye başlar.

 


Kan Grupları

Alyuvardaki antijen

Plazmadaki

antikor

Kan alabildiği gruplar

Kan verebildiği gruplar

 

A

 

A

anti B

(B antikoru)

 

A ve 0

 

A ve AB

 

B

 

B

 anti A 

(A antikoru)

 

B ve 0

 

B ve AB

 

AB

 

AB

 

yok

 

AB, A, B ve 0

 

AB

 

0

 

yok

 

anti A ve 

anti B

 

0

 

0, A, B ve AB

  •  Alyuvarda A antijeni yoksa plazmada Anti-A antikoru üretilir. B antijeni yoksa Anti-B,
Hiçbiri yoksa hem Anti-A hem Anti-B üretilir.
İkisi de varsa plazma antikor içermez.



BİLGİ:

Antijen: Bir canlıya verildiğinde antikor oluşumunu uyaran protein yapılı moleküllere denir.

Antikor: Antijenlere karşı oluşturulan savunma proteinleridir



A ve B antijenlerinden farklı olarak alyuvar zarı üzerinde Rh faktörü antijenleri de bulunabilir.

En yaygın Rh faktörü antijen D’dir.

Bu antijene sahip bireyler, Rh pozitif olarak adlandırılır 

Antijen bulundurmayanlar Rh negatif olarak adlandırılır.

İnsanların %85'i Rh (+), %15'i Rh (-) kan grupludur.

 Rh negatif bireylerin plazmasında üretilecek Anti-D antikorları, Rh antijeniyle ilk

karşılaşmadan itibaren sentezlenir.

Kan nakli, bireyin alyuvarlarında antijen; plazmasında antikor bulundurmasına göre

yapılır.

Herhangi bir antijene sahip bireyin kanı, buna karşı antikor içeren bireye

verilmemelidir.

Genellikle bireyler, kendi kan grubundan olan bireylerden kan alabilir

Kan nakillerinde Rh faktörü de önemlidir. Aşağıdaki şemada Rh faktörleri arasındaki

alışveriş gösterilmiştir.


Bir kişiye kendi kan grubundaki antikorlarla reaksiyona girecek başka gruptan bir kan

verilirse kanında aglütinasyon (çökelme) başlar. (Vericinin kanında alıcı için yabancı

bir protein (A ya da B antijeni) var ise alıcı tarafından üretilen antikorlar (anti A ya da

anti B) yabancı proteine tutunur ve kan hücreleri birbirine yapışarak kümelenir. Bu

olaya çökelme (aglütinasyon) adı verilir.)


Çökelen kan, damarları tıkar ve alyuvarların parçalanması sonucu alyuvar sayısı hızla azalır ve hemoglobin plazmada artar.Böbrek damarları daralır ya da tıkanır, akut böbrek yetmezliği ortaya çıkar. Hemoglobinin yıkılması sonucu bilirubin ortaya çıkar. Bilirubinin vücuttan atılmasında meydana gelen yavaşlama sonucu sarılık oluşur. Bu durum genellikle yeni doğan bebeklerde fizyolojik sarılık olarak görülür.



Rh Kan uyuşmazlığı (eritroblastosisfetalis):

  • Rh - bir anne ile Rh+ bir babadan Rh+ grubunda bir fetüsün oluştuğu durumlarda ortaya çıkar.
  • Kan uyuşmazlığında baba Rh+, anne Rh- ve çocuk Rh+’dir.
  • İlk hamilelikte doğum normal gerçekleşir. Ancak ikinci ve daha sonraki gebeliklerde yine Rh+ çocuğa gebe kalınırsa bu durumda ilk doğum esnasında anne kanında oluşan Rh antikorları çocuğa geçer ve çocuğun alyuvarlarını çökeltir.

Kan gruplarının belirlenmesi:

  • Laboratuvarlarda Anti – A, anti – B ve anti – D serumları kullanılarak kan grupları belirlenebilir.
  • Anti – A serumu ile çökelme varsa, A antijeninin olduğunu gösterir. A antijeni varsa A grubudur.
  • Anti – B serumu ile çökelme varsa, B antijenini olduğunu gösterir. B antijeni varsa B grubudur.
  •  Anti – D serumu ile çökelme varsa, Rh antijeninin olduğunu gösterir. Rh antijeni varsa Rh + dir.
  • Hem anti A hem de anti B serumlarının her ikisinde de çökelme varsa AB antijenleri birlikte var demektir. AB grubudur.


BİLGİ:

Günümüzde birinci doğumdan hemen sonra anne kanında oluşan antikorları etkisiz hale getiren bir ilaç

(Anti – D Gamma Globülin) anneye verilerek antikor oluşumu önlenebilmekte ve sağlıklı doğumlar sağlanabilmektedir.


BİLGİ:

Her ne kadar farklı gruplar arasında kan nakli mümkün ise de ideal olan, herkesin kendi grubuyla kan alışverişi yapmasıdır. Çünkü farklı gruplar arasında kan nakli yapıldığında az da olsa bir çökelme oluşur. Bu durum kanı zaten azalmış olan, damarları büzüşmüş olan kişide damar tıkanmalarına neden olabilir. Hayati risk oluşturabilir.


BİLGİ:

Bir insanın kan grubu kemik iliği nakli sonrası değişebilir.

İlik naklinin yanı sıra çok nadir de olsa bazı hastalıklar kan grubunun değişmesine neden olabilir. Ayrıca sonuçları 2015 yılında Journal of theAmerican Chemical Society dergisinde yayımlanan bir araştırmada bilim insanları kırmızı kan hücrelerinin yüzeyindeki A ve B antijenlerini uzaklaştıran bir enzim keşfetti. Bu gelişme gelecekte kan grubunun yapay olarak değiştirilebileceği anlamına gelebilir. (Bilim genç TUBİTAK)


 KILCAL DAMARLARDA MADDE ALIŞVERİŞİ (STARLİNG HİPOTEZİ)

  • Hücrelerin içinde bulunduğu doku sıvısı ile kan arasındaki madde alışverişi kılcal damarlarda gerçekleşir.
  • Starling hipotezine göre kan ile vücut hücreleri arasındaki madde alışverişinde kan basıncı ile ozmotik basınç etkilidir.
  • Kan basıncı, kanı damar dışına iten kuvvettir.
  • Osmotik basınç ise doku sıvısını damar içine çeken kuvvettir.
  • Kılcal damarların atardamar ucunda kan basıncı en yüksek seviyedir (yaklaşık 32 mmHg).
  • Bu kan basıncı, kanın içindeki küçük moleküllerin (su, O2, glikoz gibi) damardan doku sıvısına difüzyon ile geçmelerini sağlar.
  • Kılcal damarda bulunan ve hücre zarından geçemeyen plazma proteini gibi bazı büyük moleküller de kılcal damarın her noktasında sabit olan bir ozmotik basınç yaratır (yaklaşık 22 mmHg).
  • Bu ozmotik basınç, doku sıvısının içindeki maddelerin emme kuvveti ile kana geçmesini sağlamaktadır.
  • Kan basıncı ile ozmotik basınç farkından dolayı kılcal damarın atardamar ucunda madde geçişi, damardan doku sıvısına doğru gerçekleşir.
  • Toplardamar ucuna gidildikçe kaybedilen sıvının etkisi ile kan basıncı azalır; önce ozmotik basınç ile aynı seviyeye gelir ve toplardamar ucuna gidildikçe ozmotik basıncın altına (yaklaşık 15 mmHg) düşer.
  • Bu durumda ise ozmotik basıncın etkisiyle doku sıvısından kılcal damarlara madde (su, CO2, üre gibi) geçişi olur.
  • Plazma proteinleri (albümin, globülin, fibrinojen) alyuvar hücreleri ve kan pulcukları damar dışına çıkamaz. Bu nedenle doku sıvısında bulunmazlar.
  • Kan basıncının etkisiyle damardan doku sıvısına geçen su ve maddeler, doku sıvısından damara geçen su ve maddelerden fazladır. Bu durumda kan, su ve madde kaybeder, kanın hacmi azalır; doku sıvılarındaki su ve madde miktarı artar. Artan su ve maddeler kılcal lenf damarlarına geçer ve lenf dolaşımı ile tekrar kan dolaşımına katılır; kanın hacimce azalması engellenmiş olur.









BİLGİ:

ÖDEM

Doku sıvısının artması olayına ödem denir.

Ödemin oluşma sebepleri:

Kılcal lenf damarlarının tıkanması

Kılcal kan damarında basıncın normalden yüksek olması,

Kılcallardaki kan proteinlerinin azalması ile ozmotik basıncın düşmesi

Doku sıvısı ozmotik basıncının artması (sürekli çok tuzlu besinlerle beslenmek) doku sıvısındaki suyun tutulmasına ve kılcal lenf damarlarına geçmesini engellemeye neden olur ve ödem oluşur.

Histaminin aşırı artışı.

(Enfeksiyon ve yanıklarda olabilir. Kılcal kan damarlarının genişlemesini ve geçirgenliğini artırarak ödeme yol açar.)

Kandaki aldosteron hormonunun aşırı artması. (Aldosteron böbreklerden Na++ ile birlikte suyu da geri emdiği için kan basıncını artırarak ödeme neden olur.)

Aşır tuzlu besin almak da doku sıvısında tuz birikimine neden olduğu için ödeme sebep olabilir.



BİLGİ:

Kanın kendisine özgü karakteristik bir kokusu vardır. Bu koku plazmada bulunan yağ asitlerinden ileri gelir.

Kan kokusu türlere ve cinsiyete göre değişebilir.



Sağlıklı bir insanda her gün kılcal damarlardan doku sıvısına yaklaşık 4-8 litre sıvı geçişi olur. Bunun yanında az miktarda protein de doku sıvısına geçer. Kan, kaybettiği bu proteini ve sıvıyı lenf sistemi sayesinde yeniden kazanır.
Balıklar hariç tüm omurgalılarda kan dolaşım sistemi dışında lenfatik sistem (lenf sistemi) adını alan ikinci bir dolaşım sistemi bulunur.
Kılcal damarlardaki madde alışverişi esnasında doku sıvısına geçen küçük proteinler, akyuvarlar ve bazı maddeler kılcal kan damarlarına geri dönemez. İşte hücreler arası boşluklarda kalan bu doku sıvısının kan dolaşımına geri dönmesini sağlayan dolaşıma lenf dolaşımı denir.



LENF DOLAŞIMI

  • Sağlıklı bir insanda her gün kılcal damarlardan doku sıvısına yaklaşık 4-8 litre sıvı geçişi olur. Bunun yanında az miktarda protein de doku sıvısına geçer. Kan, kaybettiği bu proteini ve sıvıyı lenf sistemi sayesinde yeniden kazanır.
  • Balıklar hariç tüm omurgalılarda kan dolaşım sistemi dışında lenfatik sistem (lenf sistemi) adını alan ikinci bir dolaşım sistemi bulunur.
  • Kılcal damarlardaki madde alışverişi esnasında doku sıvısına geçen küçük proteinler, akyuvarlar ve bazı maddeler kılcal kan damarlarına geri dönemez. İşte hücreler arası boşluklarda kalan bu doku sıvısının kan dolaşımına geri dönmesini sağlayan dolaşıma lenf dolaşımı denir.
  • Lenfatik sistem üç bölümde incelenir;
  • Lenf sistemini oluşturan yapılar;

1.Lenf sıvısı.

2.Lenf damarları.

3.Lenf düğümleri.

Lenfʼin alyuvarı ve atar damarı yoktur.

Akyuvarı, kılcal damarı ve toplar damarı vardır.




1.Lenf Sıvısı (Akkan)

  • İnsanda yaklaşık 1-2 litre kadardır. Kandan farklı olarak alyuvar ve birçok protein bulundurmaz, renksizdir.
  • Damar dışında geç pıhtılaşır.
  • Akyuvar bulunur.
  • Bağışıklık sisteminde görev alırlar.
  • Lenf sıvısını pompalayan bir yapı yoktur. Onun için dolaşımı yavaştır.
  • Lenf kırmızı renkli alyuvar hücreleri bulunmadığı için renksizdir. Aynı zamanda O2 ve CO2 taşımaz





2. Lenf Damarları

  • Lenfi taşıyan damarlar, lenf kılcalları ve lenf toplardamarlarıdır.
  • Lenf atardamarı yoktur. Bunun için kanın akışı, toplardamarlarda doku ve organlardan kalbe doğru tek yönlüdür.
  • Lenf kılcalları dokuların içine yayılmış, bir ucu kapalı çok ince damarlardır ve tek sıra epitelden yapılmış endotel tabakadan oluşur. Geçirgenliği kan kılcallarından fazladır. Bu kılcallar daha sonra lenf toplardamarlarına bağlanır.

Lenf Kılcalları

  • Bir ucu kapalı olan tüp şeklinde borucuklardır.
  • Damar duvarları kan damarlarına göre daha incedir.
  • Doku hücreleri arasına bir ağ gibi yayılır.
  • Tek tabakalı epitel hücre yapısındaki duvarları çok geçirgendir.
  • Kan kılcalları, proteinlerin doku sıvısına çıkışına izin vermediği halde bir miktar protein doku sıvısına çıkar.
Bu proteinlerin yeniden kana taşınması gerekir.
  • Doku sıvısına çıkan proteinler lenf kılcallarına geçer ve lenf yolu ile kana taşınır.
  • Lenf kılcallarına geçen doku sıvısı lenf (akkan) adını alır.
  • Birleşen lenf damarları daha iri lenf damarlarını oluşturur.
  •  Lenf damarlarının çeperlerinde düz kaslar vardır.
  • Düz kasların ritmik kasılmaları ile lenf ileri doğru hareket ettirilir
  • Ayrıca iskelet kaslarının sıkıştırıcı etkisi ve lenf damarları içindeki kapakçıklar lenfin tek yönlü hareket etmesinde önemli etkendir.
  • Lenf damarları birleşe birleşe iki büyük lenf damarını meydana getirir;

Birinci lenf damarı: Göğüs lenf kanalı (torasik kanal) adını alır ve vücudun alt bölgesinin lenfini, sol köprücük kemiği altındaki kan toplar damarına taşır.

İkinci lenf damarı: Büyük lenf damarı adını alır ve vücudun üst bölgesinin lenfini sağ köprücük kemiği altındaki toplar damara taşır.


  • Lenf kılcalları ile kan kılcallarının ortak özellikleri; Tek sıra epitelden yapılmış endotel tabakadan oluşmaları, Madde geçişinin olmasıdır.
  • Bazı Lenf toplardamarları oldukça büyük çaplıdır ve içerisinde sıvının geri dönmesini önleyen tek yönlü kapakçıklar vardır.






3. Lenf Düğümleri

  • Lenf damarlarının yoğun olarak birleştikleri küçük fasulye şeklindeki şişkin oluşumlara lenf düğümü denir.
  • Lenf damarlarının yolları üzerinde bulunurlar.
  • Lenf düğümleri en çok karın, kasık, boyun, koltuk altı, göğüs gibi bölgelerde bulunur.
Örneğin Bademcikler, dalak, timus birer lenf düğümüdür.

  • En önemli lenf düğümleri dalak ve bademciklerdir.
  • İçlerinde çok miktarda akyuvar bulunur. Lenf bu düğümlere girer, çıktığında içindeki lenfosit adlı akyuvarların sayısı artar. Bakteri ve virüslere karşı vücut savunmasında lenf düğümleri önemli işleve sahiptir.
  • Ağır enfeksiyonel rahatsızlıklarda lenf düğümlerinde şişme görülebilir.
Lenfatik sistemin görevi:

  • Doku sıvısı fazlasını ve proteinleri kana geri götürmek
  • Vücut savunmasında rol almak. (Akyuvar üreterek vücudu mikroplara karşı korur.)
  • Sindirim sisteminden yağları alıp kana taşımak
  • İncebağırsaktan emilen yağ asitleri, gliserol ve A, D, E, K vitaminlerini kan dolaşımına katma.
  • Doku arasına sızan fazla sıvı ve küçük proteinleri kan dolaşımına katma. Böylece ödem oluşumunu engellemek.




Ödem:

Hücreler arası ortamda sıvı birikmesi ödem olarak adlandırılır.

Ödem durumunda sıvı, hücre içinde hareket eder ve hücreler şişer.

Beyin hücreleri sıvı artışına en hassas yapılardır.

Ödem Nedenleri:

  • Lenf damarlarının tıkanması
  • Kılcal kan damarlarında hidrostatik basıncın artması
  • Kan proteinlerinin azalması ile kanın ozmotik basıncının düşmesi
  • Dokularda ozmotik basıncın artması
  • Dokularda sodyum ve su tutulması

 


Lenf sıvısının hareketi;

  • İskelet kaslarının kasılması,
  • Solunum sırasında göğüs kafesinde oluşan basınç farkı,
  • Lenf toplardamarlarının tek yöne açılan kapakçıkları,
  • Kalbin üstündeki yapılarda yer çekimi kuvveti
  • Sağ kulakçığın gevşemesi ile oluşan emme kuvveti ile sağlanır.

Lenf sıvısının kan dolaşımına katılma yolları

Lenf sıvısı kan dolaşımına iki yol ile katılır.

  • Lenf sıvısının ilk olarak kana karıştığı damar sol köprücük altı toplar damarıdır.

Her iki yoldan gelen lenf sıvısının ilk karıştığı ve kalbin sağ kulakçığına döküldüğü damar üst ana toplar damarıdır

Lenf sıvısının hareketi;

  • İskelet kaslarının kasılması,
  • Solunum sırasında göğüs kafesinde oluşan basınç farkı,
  • Lenf toplardamarlarının tek yöne açılan kapakçıkları,
  • Kalbin üstündeki yapılarda yer çekimi kuvveti
  • Sağ kulakçığın gevşemesi ile oluşan emme kuvveti ile sağlanır.

 






1. KAN DOLAŞIMI

Kanın vücuttaki dolaşımı büyük ve küçük kan dolaşımı olarak iki kısımda incelenir:

a.Küçük kan dolaşımı (akciğer dolaşımı):

Kalp ile akciğer arasındaki kan dolaşımıdır.

Kalpteki oksijence fakir kanın akciğer atardamarı ile sağ karıncıktan çıkıp akciğerlere giderek oksijence zenginleştikten sonra akciğer toplardamarıyla sol kulakçığa dönmesidir.

Amaç; kanın temizlenmesini sağlamaktır.

Kanın İzlediği Yol:

b. Büyük kan dolaşımı (sistemik kan dolaşımı):

Akciğer hariç, vücudun diğer organları ile kalp arasındaki dolaşımdır.

Amaç; Organlara (akciğer hariç) O2 ve besin taşımak, oluşan CO2 ve atıkları bu organlardan uzaklaştırmaktır. 

Kanın izlediği yol:

  • Küçük kan dolaşımında görevli olan akciğer atardamarı kalpten çıktıktan sonra iki kola ayrılır. Biri sağ, diğeri sol olmak üzere temizlemek için kirli kanı akciğerlere götürür.

Yine küçük kan dolaşımında görevli olan her bir akciğerden iki akciğer toplardamarı olmak üzere toplam dört toplardamar sol kulakçığa temiz kan getirir.












BAĞIŞIKLIK (İMMUN SİSTEM):

Canlılar, kendi vücutlarına yabancı olan maddelere karşı doğal korunma sistemlerine sahiptir.
Bağışıklık: İnsanda patojen özelliğe sahip mikroorganizmalara, anormal hücrelere ve yabancı maddelere karşı korunma ve savunma yeteneğine denir.
Bağışıklığı oluşturan organların tümüne bağışıklık sistemi denir.
Savunmayı sağlayan bağışıklık hücreleri akyuvarlar, makrofajlar ve plazma hücreleridir.
Bağışıklık hücrelerini üreten organlar  dalak, timüs bezi, karaciğer, kemik iliği ve lenf düğümleridir.
Antijen: Vücuda girdiğinde antikor oluşumuna neden olan her türlü yabancı maddeye  antijen denir.
Örnek:  Bakterilere, virüslere, mantarlara ait moleküller birer antijendir

Antijenlerin çoğu protein, nükleik asit ya da proteinlerle birleşmiş polisakkaritlerdir.
Antijen, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi uyarılır ve özgül savunma proteinleri olan antikorlar üretilir
Antijen-antikor tepkisi:
Bağışıklık sistemi hücreleri tarafından üretilen antikorlar, antijenlere özgüdür.
Her antikor kendi yapısına uyan antijen ile birleşerek onu etkisiz hâle getirmesidir.
Antijen-antikor tepkimelerinin özgüllüğü, türler arasındaki akrabalık derecelerinin belirlenmesinde kullanılmaktadır.
Bu durum, doku nakillerinde de önemlidir. Doku nakillerinin başarılı olabilmesi için aktarılan dokudaki antijenlerin aktarıldıkları organizmadaki doku ile uyumlu olması gerekir.
Vücuda uyumlu olmayan dokuların nakledilmesi durumunda bağışıklık sistemi tepki gösterir.

Vücut, nakledilen dokudaki antijenlere karşı antikor oluşturur.

Oluşan antikorlar antijenleri etkisiz hâle getirir ve doku nakli başarısız olur.

A. Bağışıklık Çeşitleri

Enfeksiyon: Virüs, bakteri, mantar gibi hastalık yapabilen mikroorganizmaların vücuda girerek üremesidir.

Enfeksiyon sonucunda mikroorganizmalar, bağışıklık sisteminin savunma mekanizmaları ile karşılaşır

Savunma mekanizmalarını oluşturan çeşitli savunma hatları bulunmaktadır.
Bu savunma hatlarının ilk ikisi özgül değildir. Yani vücudumuza zarar verecek olan tüm etkenlere karşı ayırım gözetilmeden savunma yapılır. Savunmanın üçüncü hattında ise vücudumuza giren mikroorganizmalar tanınmakta ve bu mikroorganizmalara özgü savunma yapılmaktadır.

Bağışıklık savunma mekanizmalarına göre iki grupta incelenir.
Özgül olmayan bağışıklık ve özgül bağışıklık olarak




BAĞIŞIKLIK

Genel Savunma

(Özgül Olmayan Savunma Mekanizmaları)

 

Özgül Savunma Mekanizmaları

Savunmanın Birinci Hattı

Savunmanın İkinci Hattı

Savunmanın Üçüncü Hattı

Deri, ağız, burun, göz, mide, epitel doku ve bunların salgıları

Fagositik hücreler

Doğal katil hücreleri

İltihaplanma (Yangısal tepki)

Antimikrobiyal proteinler

Yüksek ateş

Lenfositler

 

B lenfositler

(Hümoral Bağışıklık)

 

T lenfositler

(Hücresel Bağışıklık)



BİLGİ:

Bağışıklık hücreleri (elemanları)

Lökositler: Mikroorganizmaları fagositoz yoluyla veya antikor üreterek etkisiz hale getiren akyuvarlardır.

Makrofajlar (Büyük yiyiciler): Dolaşımdaki monositlerin farklılaşması ile oluşur. Karaciğer, dalak ve lenf bezlerine yerleşir. Amipsi hareketlerle uyarılan yerlere giderek, gelişmiş fagositoz yetenekleri ile ölü kan hücrelerini, vücuda giren bakterileri yok eden hücrelerdir.

Plazma hücreleri: Antikor üreterek bağışıklık sistemine yardımcı olurlar.

Antikor: Antijenleri yok etmek için bağışıklık sisteminin ürettiği protein yapılı özel savunma maddeleridir.

Antijen: Vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi tarafından antikor üretimine yol açan yabancı moleküllerdir. Örneğin virüslere, bakterilere, mantarlara, protozoonlara, parazit solucanlara vb. canlılara ait moleküller, kanser hücreleri, polenler antijendir.

Toksin: Mikropların salgıladığı zehirlerdir.

Antitoksin: Toksinlere karşı yapılan antikorlardır.

 Bağışıklık hücrelerini üreten organlar:

Dalak

Timüs Bezi

Karaciğer

Kemik İliği

Lenf Düğümleri

 Dalak:

Diyaframın altında, karın boşluğunun sol üst kısmında yer alır.

Lenfosit ve monosit üretir, kanı süzer.

Embriyo döneminde ve daha sonraki dönemlerde kemik iliğindeki alyuvar yapımı yetersiz olduğunda da alyuvar üretir.

Makrofaj hücreler dalağa gelen kanda bulunan yaşlı alyuvarları ve kan pulcuklarını fagosite eder.

Kemik iliği:

Kırmızı kemik iliğinden bütün kan hücreleri üretilir.

Timus bezi:

Tiroit bezinin altında bulunur. Yaş ilerledikçe giderek küçülür ve yaklaşık 25 yaşlarında körelir.

 Kemik iliğinde oluşan lenfositler, burada olgunlaşarak T lenfosit adını alır. Daha sonra da lenf düğümlerine yerleşir.



 1. Özgül (Spesifik) Olmayan Bağışıklık:

  • Kişinin doğal yapısı ile mikroorganizmaların vücuda girmesinin ve üremesinin önlenmesidir.
  • Savunmanın ilk iki hattını oluşturur.
Savunmanın Birinci Hattı:

  • Bu hattı oluşturan koruyucu mekanizmada mide asidi, tükürük, ter, gözyaşı gibi salgılar mikroorganizmaları yok edici özelliktedir.
Antijenlerin yapısına ve türüne bağlı olmadan yapılan bu savunmada hastalık etkenlerinin vücuda girişi ağız, burun, mide, deri ve gözdeki salgılarla engellenir.
Deri: Deride bulunan ter ve yağ bezlerinin salgıları pH’ı düşürerek mikroorganizmaların yerleşmesini ve üremesini önler.

Solunum yolu: Havadan solunum yoluyla alınan mikroorganizmalar, burun kılları ve soluk borusundaki hücrelerin oluşturduğu mukusla sarılarak dışarı atılır.

Gözyaşı: Gözyaşında bulunan lizozim enzimi, çevreden göze gelen mikroorganizmaları parçalar.

Mide asiti ve enzimler: Midedeki HCI ve enzimler, besinlerle vücuda giren mikroorganizmaları yok eder.

Tükürük: Gözyaşında olduğu gibi tükürükte bulunan lizozim enzimi, ağız yoluyla giren mikroorganizmaları öldürücü özelliktedir.



Savunmanın İkinci Hattı:

  • Savunmanın birinci hattını geçen mikroorganizmalar, ikinci koruyucu mekanizma ile karşılaşır.
  • Bu hatta etkili olanlar;
1.Vücut sıcaklığının yükselmesi,
2.Fagositoz yapan hücreler,
3.İltihaplanma (yangısal tepki)
4. Doğal katil hücreler.
5.İnterferon adı verilen antimikrobiyal proteinle
1. Vücut sıcaklığının yükselmesi:
Herhangi bir dokunun mikroorganizmalarla enfekte olması durumunda vücut sıcaklığı yükselir.
Vücut sıcaklığının yükselmesi hem mikroorganizmaların üremesini engeller, interferonların daha etkili çalışmasını sağlar hem de fagositozu kolaylaştırır.
Aynı zamanda doku tamirini hızlandırır.
Fakat vücut sıcaklığının çok yüksek olması enzimlerin yapısını bozar ve havale geçirmeye neden olabilir. Vücut savunmasında 38-39°C sıcaklık hücrelere zarar vermez ve savunmada önemlidir.

2. Fagositoz:

  • Vücuda mikroorganizma girdiğinde salgılanan bazı kimyasal uyarıcılarla akyuvarlar bu bölgeye çekilir.
  • Kan damarlarının duvarına yapışan akyuvarlar damardan geçerek mikroorganizmaların bulunduğu bölgeye doğru ilerler ve fagositozla mikroorganizmaları çevreleyerek yok eder.
  • Nötrofiller, monositler (makrofajlara dönüşebilir) ve eozinofiller fagositoz yetenekleri olan akyuvarlardır. (Sıralama fagositoz yeteneklerine göre çoktan aza doğru yapılmıştır).
  • Bazı makrofajlar vücutta dolaşır.
Bazıları ise akciğer, karaciğer, böbrekler ve beyin gibi organlarda sürekli kalır.

Örnek: Karaciğerdeki kupffer hücreleri, akciğerdeki makrofajlar bulundukları yerde sürekli kalan ve mikropları fagosite eden özel hücrelerdir.



3. İltihaplanma (Yangısal tepki):

  • Canlı dokunun zedelenmeye karşı verdiği kızarıklık, sıcaklık artışı, şişkinlik, ağrı gibi tepkiye denir.
  • Zarar gören ya da mikroorganizmalarla enfekte olan dokularda ortaya çıkar.
  • Yaralanan dokuda bulunan hücreler tarafından salgılanan histamin proteini, kılcal damarların genişlemesini sağlar ve geçirgenliğini artırır. Yaralı dokuya kan akışının hızlanmasını ve kılcallardan doku sıvısına madde geçişinin artmasını sağlar. Bunun sonucunda kızartı ve ödem oluşur.
  • Bazı akyuvarlar, pirojen adı verilen bir madde salgılayarak vücut sıcaklığının yükselmesine neden olur.
  • Yaralanan dokuya geçen bazı akyuvarlar ise fagositozla mikroorganizmaları yok eder.
  • Doku sıvısına geçen fibrinojen ve pıhtılaşmada rol oynayan diğer proteinler, pıhtı oluşturarak mikroorganizmaların sağlıklı dokulara yayılmasını engeller.










4. Doğal katil hücreler:

  • Fagositoz yapmayan bu hücreler salgıladıkları perforin adlı bir protein ile virüs bulaşmış ya da kanserleşmiş hücreleri parçalayarak yok eder.
  • Doku ve organ reddinden sorumlu olan başlıca hücrelerdir.
  • Mikroorganizmaları fagosite etmez.
İnterferon:

Doğal korunma yollarındandır.

Bazı hücrelerin interferon denilen antimikrobiyal proteinleri salgılamasıdır.

Virüsle enfekte olmuş hücreler tarafından üretilen interferon, sağlıklı hücrelerivirüslerin çoğalmasını önleyen enzimleri üretmeleri için uyarır.

Böylece grip, soğuk algınlığı gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılması önlenir.

Ayrıca interferon, fagositoz yapan savunma hücrelerinin uyarılmasında da etkilidir.



5. Antimikrobiyal proteinler:

Virüslere karşı üretilen özel antimikrobiyal protein, interferondur.
Bazı akyuvar çeşitlerinden ve virüsle enfekte olmuş hücreler tarafından üretilirler.
İnterferon, komşu hücrelere sızarak bu hücrelerde virüslerin çoğalmasını engelleyen başka kimyasal maddeler üretilmesini sağlar.
Bu yolla interferonlar nezle, grip gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılmasını engeller.
Aynı zamanda interferonlar fagositoz yapan hücreleri uyararak mikroorganizmaların fagositozla yok edilmesini sağlar.


2. Özgül Bağışıklık:

·         Birinci ve ikinci savunma hattını aşan mikroorganizmalar, üçüncü savunma hattında lenfosit adı verilen bağışıklık sistemi hücreleri ile karşılaşır.

Bu savunmada özgül bağışıklık olarak tanımlanır.

Kemik iliğinde oluşturulan ve antijenleri tanıma özelliğine sahip olan T ve B lenfositleri görev alır.

T lenfositleri hücresel bağışıklıkta,

B lenfositleri ise humoral bağışıklıkta etkilidir.

Bu hücreler olgunlaştıkları yere göre isimlendirilir.

Olgunlaşmalarını fetüs döneminde karaciğerde, doğum sonrasında ise kemik iliğinde tamamlayan lenfositlere B-lenfositleri denir.

Timus bezinde olgunlaşan lenfositlere ise T-lenfositleri denir.

 

Hücresel bağışıklık:

·         Antijenlerin T lenfositlerini aktive etmesiyle başlayan bağışıklıktır.

Antijenlerin çoğu makrofajlar tarafından fagosite edilirken bir kısmı bazı proteinlere bağlanarak hücre yüzeyine taşınır ve T lenfositlerini aktive eder.

Aktive olan T lenfositleri çoğalır, bir kısmı bellek hücrelerine dönüşür, bir kısmı ise antijen ile doğrudan birleşir.

T lenfositleri, doğrudan temas ederek antijeni yok ettiği için bu bağışıklığa hücresel   bağışıklık denir.

Hücresel bağışıklıkta T lenfositleri bakteriler, mantarlar, parazitler, doku nakillerinde yabancı hücreler ve kanser hücreleriyle mücadelede etkinlik gösterir.

Humoral (Sıvısal) Bağışıklık :

·         B lenfositleri ile oluşturulan bağışıklık humoral (sıvısal) bağışıklık olarak adlandırılır.

Bunun nedeni oluşturulan antikorların çözünebilme özelliğinde olması, dolayısıyla kan ve lenf sıvısı ile taşınabilmesidir.

Humoral bağışıklıkta, B lenfositleri antijenle temas ettiklerinde hızla bölünerek plazma hücrelerini oluşturur.

Plazma hücreleri her antijene karşı özgül savunma proteinleri olan antikorlarıüretir.

Üretilen antikorlar kan ve lenf sıvısıyla enfeksiyonlu bölgeye taşınarak antijenleri etkisiz hâle getirir.

Bazı B lenfositleri ise antijeni tanıyan bellek hücrelerine dönüşür ve uzun süre dolaşımda kalır.

Antijen, ikinci kez vücuda girdiğinde ise hızla çoğalır ve onu etkisiz hâle getirir.

Bu şekilde oluşan kalıcı bağışıklıkla bazı hastalıklara karşı ömür boyu korunma sağlanır.

Kızamık, kabakulak gibi bazı çocukluk hastalıkları kalıcı bağışıklığa örnektir.





BİLGİ:

Antijen – antikor kompleksi; nötralizasyon, kümeleşme veya çökelme meydana getirebilir.

 Böylece fagositoz kolaylaşır. Kompleman olarak adlandırılan bir grup protein enfeksiyon yokken işlevsizdir. Antikor, bakteri gibi yabancı bir hücreye bağlandığında aktifleşir. Kompleman protein, antikora bağlanır ve yabancı hücrenin duvarında bir delik açılmasını sağlar. Bu delikten yabancı hücre içine su girer ve yabancı hücre patlar.

Humoral bağışıklık ile serbest virüsler, toksinler ve bakterilere karşı savunma yapılır.



 

Bağışıklığın Kazanılması

A. Doğal bağışıklık

Savunmanın 1. ve 2. hattı

B. Kazanılmış Bağışıklık

1. Aktif Bağışıklık

a. Hastalığın geçirilmesi ile

b. Aşıyla

2. Pasif Bağışıklık

a. Serumla

b. Plasenta yolu ve anne sütüyle










B. Bağışıklığın Kazanılması

  • Bağışıklık iki şekilde kazanılır:

1.Doğal bağışıklık (kalıtsal bağışıklık) ve

2.Kazanılmış bağışıklık

1.Doğal bağışıklık:

İnsanlar bazı hastalık etkenlerine karşı doğuştan dirençlidir ve bu direnç genlerle yeni nesillere aktarılır. Doğal bağışıklıkta savunmanın birinci ve ikinci hattında görev alan yapılar rol oynar.

Böylece bazı hastalıklara karşı doğuştan korunma sağlanır.

Doğal bağışıklık türe ve ırka özgü olarak değişir.

Örnek:,

Siyahi insanlar sarı humma hastalığına yakalanmazlar.

Uçuk virüsü tavşanda öldürücü olmasına karşın insanda genel olarak ağız kenarında içi su dolu kabartıları oluşturur.

Tavuk kolerası, sığır vebası gibi virüslerin neden olduğu hastalıklara karşı insanlar doğal bağışıklığa sahiptir.

İnsanlar için öldürücü olabilen kızamık, boğmaca, çocuk felci gibi hastalıklar da hayvanlarda görülmez.





2. Kazanılmış bağışıklık:

Doğumdan sonraki dönemde hastalık etkenlerinin vücuda girmesi sonucu bağışıklık sisteminin uyarılması ve antikor üretilerek savunma oluşturulmasıdır. Dolayısıyla canlının doğumdan sonra bazı hastalıklara karşı sonradan edindiği bağışıklıktır. Kazanılmış bağışıklık aktif ve pasif bağışıklık olarak gruplanır.

a. Aktif bağışıklık:

Hastalığın doğrudan geçirilmesiyle ya da aşılama ile kazanılan bağışıklıktır.

Hastalığın geçirilmesi: Hastalık anında bağışıklık sistemi antijeni tanır ve özgül savunma proteinleri olan antikorlar üretilir.

Aynı hastalık etkeni ile tekrar karşılaşıldığında çok hızlı bir şekilde oluşturulan antikorlar, antijenleri etkisiz hâle getirerek kişinin hastalanmasını önler ya da hastalık çok hafif geçirilir.

Aşılama:

Aşı, hastalık yapabilme yeteneği azaltılmış ya da yok edilmiş mikroorganizmaları ya da

mikroorganizmaların toksinlerini içeren sıvıdır.

Aşı, hastalanmadan önce korunma amaçlı uygulanır ve etkisi uzun sürelidir.

Aşı ile bağışıklık sisteminin bellek hücreleri hastalık etkenini tanıyarak antijene özgü antikor üretir.

Bu olay birincil bağışıklık olarak tanımlanır.

Aşılanan kişi, hastalık etkeni ile ikinci kez karşılaşırsa bellek hücreleri antikorların hızla üretilmesini sağlar.

Böylece hastalık çok hafif geçirilir ya da hiç görülmez.

Bu olay da ikincil bağışıklık olarak bilinir.

·         Kızamık, kabakulak, çocuk felci, hepatit gibi aşılar çocuklar için birincil bağışıklığı sağlamaya yönelik hazırlanmıştır.

·         Ancak hastalık yapan mikroorganizmaların genetik yapılarının hızlı değişimi nedeniyle her bulaşıcı hastalık, aşılama ile önlenememektedir.

Bu durum insan sağlığı için sürekli bir tehdit oluşturmaktadır.

Örneğin, AIDS hastalığına neden olan HIV virüsü için antijenik değişkenliği nedeniyle etkin bir aşı geliştirilememiştir.

Grip hastalığının da etkeni virüstür. Her sene toplumda gribe neden olan virüs çeşidi farklılık gösterebileceğinden bu hastalıkla ilgili üretilen aşılar zaman içerisinde değiştirilmektedir




 b. Pasif bağışıklık:

  • Antikor içeren kan serumunun vücuda verilmesi pasif bağışıklıktır.
  • Serum, antikor içeren fibrinojensiz kan plazmasıdır.
Plazma içinde bulunan antikorlar hastalık etkenini ya da toksinlerini etkisiz hâle getirir.

Serum, genel olarak mikroorganizmalara karşı bağışıklık gösteren at, sığır gibi hayvanlardan elde edilir ve hastalık anında tedavi amaçlı kullanılır.

Bağışıklık sistemi uyarılmadığından etkisi kısa sürelidir.

Anne sütü içinde bulunan antikorlar da bebeği geçici bir süre hastalıklara karşı koruduğundan pasif bağışıklık olarak kabul edilir.

 

AŞI

SERUM

Yapay aktif bağışıklık sağlar.   

Yapay pasif bağışıklık sağlar.

Toksin veya antijen içerir.

Antikor veya antitoksin içerir.

Sağlıklı kişiye uygulanır.         

Hasta kişiye uygulanır.

Koruyucudur.

Tedavi edicidir.

Bağışıklık süresi uzundur.      

Bağışıklık süresi kısadır.

Hafıza hücrelerinin oluşmasına neden olur. (Bağışıklık sistemini uyarır.)

Hafıza hücrelerinin oluşmasına neden olmaz. (Bağışıklık sistemini uyarmaz.)

Laboratuarda yapılır.               

Sığır veya atın kanından elde edilir.

 NOT: Antibiyotikler bağışıklık sağlamaz. Bakterileri öldürerek tedavi eder.





C. Alerjilerde Bağışıklık Sisteminin Rolü:
  • Alerji, çok sık görülen bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak kabul edilir. 
  • Bağışıklık sistemimizin antijenlere karşı vücudumuzu koruduğunu öğrendiniz. 
  • Bazı durumlarda ise bağışıklık sistemi normalde vücut için zararlı olmayan yabancı bir antijeni de tehlikeli olarak görebilir ve aşırı tepki verir. 
  • Alerji olarak tanımlanan bu durumun ortaya çıkışında genetik yatkınlık ve çevresel faktörler önemli rol oynar.
  • Alerjiye neden olan antijenler, alerjen olarak tanımlanır. 
  • Vücut bu alerjenlere karşı antikor üretir ve onu yok etmeye çalışır.
  • Vücudun alerjenlere karşı verdiği tepkiler arasında ciltte kabarıklıklar, kaşıntı, egzema, astım, saman nezlesi, konjoktivit gibi durumlar sayılabilir. 
  • Alerjenler solunum yolu, yiyecekler ve alerjenin deriden teması ile alınabilir. 
  • Alerjik tepkimelere yol açan maddeler kişiden kişiye değişebilir.
  • Bunlar, penisilin ve sulfamid gibi bazı ilaçlar olabildiği gibi polen, bal, fındık, kivi, yumurta gibi besinler de olabilir. 
  • Alerjinin hangi maddeye karşı oluştuğunun belirlenebilmesi için deri testleri yapılır. Bazı alerjen maddelere karşı aşılar geliştirilmiştir.






ANTİKOR ÇEŞİTLERİ:
IgM: 
Antijen ile ilk karşılaşmada ilk ve en erken sentezlenen ve en büyük olan antikor.
Fetüs 6 aylık olduğunda IgM üretimi başlar. 
Çok sayıda antijeni çökeltme özelliğine sahiptir. 
Kan ve lenf sıvısında bulunur. 
Tüm Igʼlerin % 5 – 10ʼu IgMʼdir.
IgG: 
Vücuttaki en küçük ve en çok olan antikordur (tüm Igʼlerin % 75 – 80ʼi). 
Bakteri ve virüslerle savaşta çok önemli rol oynar. 
Gebelikte anneden fetüse geçen tek antikordur. 
Yeni doğan bebeğin ilk aylarında annesinin dirençli olduğu çeşitli enfeksiyonlara karşı korunması sağlanır. 
Kan ve lenf sıvısında bulunur.
IgA: 
Çeşitli vücut salgılarında;
Solunum, sindirim ve genital sistem salgılarında ayrıca idrar yollarının yüzeyinde
Gözyaşı, ter ve yeni doğum yapmış annenin kolostrum adlı ilk sütünde (ağız sütü) bulunur. 
Böylece IgA vücut yüzeyini dış ortamdaki yabancı maddelere karşı korur. 
Bebekler 6 aylık oluncaya kadar yeterince IgAʼları yoktur. 
Annenin ilk sütü ile bol miktara IgA alan bebeğin sindirim sistemi birçok enfeksiyona karşı korunmuş olur.
Kandaki Igʼlerin yaklaşık  % 10 – 15ʼi IgAʼdır.
IgD: 
Olgunlaşmamış B lenfositlerin yüzeyinde bulunur. 
B lenfositlerin plazma hücrelerine dönüşmesi için antijenik reseptör görevi görür.
IgE: 
Parazit enfeksiyonlarında ve allerjik reaksiyonlar sırasında mast hücreleri ile bazofillerin yüzeyine yapışır. 
Bu hücrelerin histamin salgılanmasını sağlar.






DOLAŞIM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI
Kalp krizi (Enfarktüs): Kalp kasının bir kısmı oksijensiz kalarak öldüğünde meydana gelir. Kalp krizi, kalbe kan taşıyan damarlardan birinin (çoğunlukla koroner arterin) tıkanması sonucu oluşur. 
Kalp krizi genellikle göğsünüzün orta kısmında şiddetli ve sıkıştırıcı bir ağrıya neden olur. Ağrı göğsünüzden boynunuza, çenenize, kulaklarınıza, kollarınıza ve bileklerinize yayılabilir.
Kalp krizi riskini artıran faktörler arasında ilerleyen yaş (45 yaş üstü erkekler ve 55 yaş üstü kadınlar daha fazla risk altındadır), sigara içme, kilolu ya da obez olma ve yüksek tansiyon problemi sayılabilir.
Kalp krizinden korunmak için; sağlıklı beslenme, kalp ve damar sağlığının korunması için çok önemlidir. Hazır, konserve gıdalar ve trans yağ içeren fast-food yerine daha çok meyve, sebze tüketmelisiniz.
Satın aldığınız süt ve süt ürünlerinin yağsız ya da az yağlı olmasına özen gösterin.
Mümkün olduğunca hareket edin. Düzenli olarak yapacağınız egzersizler kalbinizi güçlendirir ve kan dolaşımını düzenler. Sigara içiyorsanız, bırakın. Ayrıca ikinci el sigara dumanı solunan ortamlardan uzak durun. Sigarayı bırakmak için profesyonel yardım alabilirsiniz. Yüksek tansiyon, şeker ve yüksek kolesterol gibi sorunlarınız bulunuyorsa bunları ihmal etmeyin ve doktorunuzun önerilerine kulak verin.

Damar tıkanıklığı: Damarların iç duvarlarında biriken plak kan dolaşımınızda bulunan çeşitli maddelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu maddeler arasında kalsiyum, yağ, kolesterol, hücre artıkları ve fibrin yer almaktadır. Bu plak biriktiğinde buna cevap olarak damarların duvarlarındaki hücreler çoğalır ve damar tıkanıklığını daha da kötüleştirecek bazı maddeler salgılar.
Damar tıkanıklığının belli başlı sebepleri:
Kötü kolesterolün yüksek, iyi kolesterolün düşük olması. Kötü kolesterolün (LDL – düşük yoğunluklu lipoprotein) yüksek, iyi kolesterolün ise düşük olması damar tıkanıklığının en önemli sebeplerinden biridir. İyi kolesterol herkesin kan dolaşımında bulunur. Ancak bu düzeyin yüksek olması gerekir. İyi kolesterolün (HDL) damarlarda biriken plağı temizlediği ve karaciğere aktardığı bilinmektedir.

Yüksek tansiyon. Yüksek tansiyon damar tıkanıklığının olduğu yerde baskıyı arttırır. Ayrıca yüksek tansiyon damar tıkanıklığı için hızlandırıcı etki yapmaktadır.
Sigara ve tütün ürünleri. Sigara içen kişilerde kalp, bacak ve aort damarlarında tıkanma daha fazla görülmektedir.
Diyabet ya da kan şekerinin yükselmesi. Damar tıkanıklığının nedenleri arasında yer almaktadır. Diyabet hastası olmayan bireylerde de kan şekerinin yükselmesi (metaboliksendrom gibi) damar tıkanıklığı riskini arttırır.
Diğer faktörler. Damar tıkanıklığı nedenleri arasında sayılabilecek diğer faktörler arasında ailedeki diğer bireylerde damar tıkanıklığı bulunması, stres, hareketsiz yaşam biçimi ve obezite yer almaktadır.
Damar tıkanıklığından korunma yolları;
Doymuş yağ oranı ve kolesterolü düşük besinlerle beslenmek.
Şeker ve basit karbonhidratları daha az tüketip meyve ve sebzeleri daha sık tüketmek.
Sağlıklı bir kiloda olmak ve bu kiloyu korumak.
Tütün ve sigara ürünleri kullanmamak, kullanılıyorsa bırakmak.
Düzenli egzersiz yapmak.
Stres yönetimi.
Tansiyonu ve kolesterolü düşük tutmak.
Kan şekerini düşük tutmak.
Yüksek tansiyon: Kan kalp tarafından pompalandığında oluşan atardamar duvarındaki en yüksek basınç (büyük tansiyon, istirahat halinde oluşan en düşük basınç ise küçük tansiyon meydana getirir.
-Kan basıncı için normal değerler büyük tansiyonun 120 mm Hg'nın (civa basıncı), küçük tansiyonun ise 80 mm Hg'nın altında olmasıdır.  Farklı iki günde en az iki kez yapılan ölçümlerde 19 yaşını geçmiş bir bireyde büyük tansiyonun 140 mm Hg ve üzerinde ya da küçük tansiyonun 90 mm Hg ve üzerinde olmasına hipertansiyon (yüksek tansiyon) adı verilir.
Yüksek Tansiyon Kalp Damar Sağlığını Nasıl Etkiler?
Yüksek tansiyon kalbin iş yükünü artırır ve atardamarlara zarar verir. Zaman içerisinde özellikle kalp, böbrek, göz ve beyne kan götüren atardamarlarda hasar oluşur.
Kalp, böbrek, göz ve beyin damarları bu yüksek basınca uzun yıllar boyunca sessizce direnebilir. Bu nedenle kan basıncındaki yükselme yıllarca belirti vermeden, tamamen sessiz ve sinsi bir şekilde ilerleyebilir. Ancak bu zarar vermediği anlamına gelmez. Yüksek tansiyon felç, kalp krizi ve böbrek yetersizliğinin en önemli nedenlerinden biridir.


Anemi (Kansızlık): Kan miktarının veya kandaki alyuvar sayısının normalden az olması durumudur. 
Başlıca nedenleri;
Kan kaybı: Çeşitli sebeplerden kanama ile kanın azalması.
Yetersiz alyuvar üretimi: Demir, folik asit, eritropoetin hormonu, B12 vitamini yetersizliği nedeniyle yeterli hemoglobin dolayısı ile alyuvar üretilemez.
Alyuvar yıkımının fazla oranda olması.
Orak hücre anemisi gibi kalıtsal faktörler,
Lösemi (Kan Kanseri): Kandaki akyuvar sayısının kontrolsüz artması sonucu oluşan bir kanser türüdür. Lösemik hücrelerin çoğalması kontrol altına alınmazsa vücut sıvısındaki besin maddelerini, amino asitleri, vitaminleri hızla tüketir. Protein kaybı ve kişinin enerjisinin azalması sonucu kişide hayati tehlike oluşturur.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Genetik yatkınlıklar, radyasyon, benzen ve türevleri (bali vs.), böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden oldukları çalışmalarla gösterilmiştir.
Varis: Toplardamarların esnekliğini yitirerek genişlemesidir. Toplardamarlardaki genişlemeden dolayı kapaklar yeterince kapanamaz ve dolaşım yavaşlar. Çok fazla ayakta duran insanların bacaklarında sıkça görülür. Özel çoraplarla ya da ameliyatla tedavisi yapılabilir.

Lenfoma (Lenf Kanseri): Lenfatik yapılardaki normal hücrelerin yerinde anormal şekil, ya da hızlı bölünme özellikleri olan hücrelerin ortaya çıkması ile gelişmektedir. Lenf düğümlerinin şişmesiyle kendini belli eder.
-Lenfomanın belirtileri arasında en sık görülen boyunda, koltuk altında veya kasık bölgesinde rastlanan ağrısız şişliklerdir. Ayrıca ateş, kilo kaybı, hâlsizlik, yorgunluk hissi, gece terlemesi, iştahsızlık da diğer belirtiler arasındadır.
Fil hastalığı:İpliksi solucan larvalarının neden olduğu bir hastalıktır. Fil hastalığının en önemli özelliği, lenf damarlarını tıkayarak iltihaplanmaya yol açmasıdır. Bunun sonucunda özellikle ayak ve bacaklarda aşırı şişme görülür.

Kangren: Vücuttaki tüm dokuların yaşamlarını sürdürebilmek için kana ihtiyacı vardır. Kan, dokulara oksijen, su, glikoz gibi ihtiyaçlarını ulaştırır. Bunun sürekli olarak sağlanması için de atar ve toplar damarların ömür boyu düzgün bir sistemle çalışması gerekir. Bazı olumsuz durumlarda bu sistem bozulur ve vücutta kan ile yeterince beslenemeyen bir bölge meydana gelir. Beslenemeyen bölge diğer dokulardan farklı bir görünüm alır ve yaşamsal faaliyetlerini kaybetmeye başlar. Bu duruma kangren adı verilir. Kangren tüm organlarda görülebilir. Genellikle kol, bacak ve parmaklarda ortaya çıkan kangren, nadiren iç organlarda da görülür.
Kangren Belirtileri Nelerdir?
Kangrenli organ ilk aşamada soluk bir görünüm alır. Bu dönemde kangren oluşumu fark edilirse doktor müdahalesiyle geri dönüş sağlanabilir.
Daha sonra doku morarmaya başlar. Bu süreç uzundur ve hastalar en çok bu süreçte kangren meydana geldiği için hastaneye başvururlar.
Son safhada ise doku siyahlaşır. Sorunlu bölgede tamamen his kaybolur. Bu aşamadan sonra artık dokunun geri dönüşü imkansızdır. Müdahale edilmezse hastanın hayati tehlikesi başlar.
Kangren Oluşma Nedenleri Nelerdir?
Damar tıkanıklığı oluşması
Kontrolsüz diyabet bulunması
Kazalar nedeniyle bir organı besleyen damarın kesilmesi
Bir kaza sonucu kol, bacak gibi organların bir yere sıkışması veya çok ağır bir yükün altında uzun süre ezilmesi
Sigara kullanımı
Özellikle kış aylarında aşırı soğuklar nedeniyle his kaybı ile başlayan daha sonra dokuların ölmesiyle sonuçlanan kangren vakaları oldukça sık görülmektedir. Halk arasında soğuk ısırması diye de anılır.
Kangren Tedavisi
Kangren tedavisi sorunun hangi safhada olduğuna göre değişir. Rengin soluklaşmaya başladığı dönemde fark edilen kangrende antibiyotik tedavisi ve kangreni oluşturan sebebin ortadan kaldırılması yeterlidir. Eğer renk koyu mora veya siyaha dönüştüyse dokunun sağlığına geri kavuşma ihtimali yoktur. Bu nedenle kangren olan bölge kesilerek vücuttan uzaklaştırılır. Bu sayede kangrenin yayılması önlenir. Daha sonrasında ise hastaya bir süre antibiyotik tedavisi uygulanır.






DOLAŞIM SİSTEMİ  

(DAMARLAR 1)

   




DOLAŞIM SİSTEMİ  
(DAMARLAR 2)
 




 DOLAŞIM SİSTEMİ 3  
(KAN) 
                                                                            
  



    DOLAŞIM SİSTEMİ 4
 (LENF SİSTEMİ VE STARLİNG HİPOTEZİ)
  







DOLAŞIM SİSTEMİ 5

    (BAĞIŞIKLIK (iMMUN) SİSTEMİ)

  



DOLAŞIM SİSTEMİ 6

 (BAĞIŞIKLIĞIN KAZANILMASI VE HASTALIKLAR)








DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMLERİ

DOLAŞIM SİSTEMİ
KALP YAPISI
DAMARLAR
KAN


DOLAŞIM SİSTEMİ 1 (KALP)




              DOLAŞIM SİSTEMİ 2  (DAMARLAR)         

  



DOLAŞIM SİSTEMİ 2 (DAMARLAR)
  





 DOLAŞIM SİSTEMİ 3  (KAN) 
        (LENF SİSTEMİ VE STARLİNG HİPOTEZİ)
                                                                           
  





DOLAŞIM SİSTEMİ 4
   







DOLAŞIM SİSTEMİ 5

 (BAĞIŞIKLIK (iMMUN) SİSTEMİ) 

  

 


DOLAŞIM SİSTEMİ 6

(BAĞIŞIKLIĞIN KAZANILMASI VE HASTALIKLAR)





DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMLERİ



DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 1 
 




   DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 2
  





DOLAŞIM SİSTEMİ  SORU ÇÖZÜMÜ 3
 


  DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 4
 



DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 5 

  

DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 6

 



DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 7     
   





DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 8



DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 9
  


DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 10
 



DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 11
  




DOLAŞIM SİSTEMİ SORU ÇÖZÜMÜ 12
 


DOLAŞIM SİSTEMİ GÖRSEL ANLATIMLAR










KALBİN ELEKTRİKSEL (SİNİRSEL) SİSTEMİ





ATARDAMARLAR VE TOPLARDAMARLAR





ATARDAMAR VE TOPLAR DAMAR ARASIDAKİ FARKLAR










KAN BASINCI (TANSİYON)





KAN YAPISI





LENF SİSTEMİ



















SORU 1


SORU 2




SORU 3



SORU 4



SORU 5




SORU 6

SORU 7






SORU 8



SORU 9



SORU 10



SORU 11




SORU 12



SORU 13




SORU 14




SORU 15



SORU 16



SORU 17



SORU 18




SORU 19




SORU 20



SORU 21



SORU 22



SORU 23



SORU 24




SORU 25



SORU 26



SORU 27




SORU 28





SORU 29



SORU 30



SORU 31



SORU 32



SORU 33



SORU 34




SORU 35



SORU 36



SORU 37



SORU 38



SORU 39



SORU 40



SORU 41



SORU 42





SORU 43




SORU 44



SORU 45




SORU 46



SORU 47



SORU 48



SORU 49



SORU 50



SORU 51



SORU 52



SORU 53



SORU 54



SORU 55




SORU 56




SORU 57



SORU 58




SORU 59




SORU 60



SORU 61



SORU 62



SORU 63



SORU 64



SORU 65



SORU 66



SORU 67



SORU 68








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BİYOLOJİ HABERLERİ

POPÜLER YAYINLAR


FİZİK DERSİ